28 Mayıs 2012 Pazartesi

SIRADAN BİR CUMA



Bir günde kaç yerde olabilirsiniz? Başlıyoruz.

08.30 Bağcılar, Ofis

İstanbul'un bu "güzide" iş merkezinde ki, taşınma nedeniyle mülteci kampından hallice görünen ofisimizde sıradan bir Cuma sabahı. Arkada ki toplantı odasında yapılan kahvaltı ve sohbetin ardından en geç saat 10'da çıkma gerekliliği nedeniyle bilmem kaç tane mailin içine gömülme. Bu arada Cem de abisini evlendirmeye gitti, yan sandalye boş. (Canım, adını zikrettim ama artık neyse, idare et. Hem sen benim menejerim değil misin?)

10.18 Hala Bağcılar, Ofis

Sem, ben sana "10'dan önce çıkalım" diyorum ama saat 10 olmuş sen hala kumaş, renk vesaire şeklinde oyalanıyorsun! Bak hala konuşuyor. Dedim ve sonunda saat on buçuğu biraz geçe sinirini bizden çıkarmaya kalkışan bir taksicinin arabasına binebildik. Doğruca Yenibosna Metrobüs.

12.06 Galata, Avusturya Hastanesi

Şu kadın doğum uzmanlarının kulaklarını te öteki taraftan tutmasını bir anlasam! Kadının sorduğu soruya bak: "evli misiniz?" Canım teyzem, bana neden asıl derdini sormuyorsun ki biz de hızlıca işimize bakalım. Neyse ben ona cevabını direkt verdim zaten. (Bunu değil de ben size bir ara şu meşhur MR ve ultrason hikayemi anlatayım. Aleme bayrak oldum.) O da elimde bir test listesi tutuşturdu sağ olsun.

13.15 Galata, Dönerci

Sem açlıktan bayılmadan (ben de acıktım da çaktırmadım artık) kulenin dibinde ki dönerciye tünedik. Şu mübarek kulenin etrafında döndüğümüz sürece, ne için orada olduğumuzun hiç önemi olmadan, kendimi iyi hissediyorum. O taşlarda acayip bir şey var, bir şey yayıyor, ne bileyim huzur gibi. Bunu en belirgin şekilde yayan şeyin taş bir kule olması benim acınası hayatımıalskkşkakşlşlaldşlfiaşldlşlia neyse...

13.38 Şişhane, Metro

İstanbul'a taşınalı altı sene bitti, yedinci senedeyiz. Ve ben Şişhane metrosunu yeni keşfettim. Düşünün! Ya ben bilseydim, Meydan'da indiğim ama Tünel'e koşmak zorunda kaldığım akşamlarda bunu kullanmaz mıydım? Deli miydim, zorum neydi? Ne biçim arkadaşlarsınız, biriniz bile bana bunu söylemiyor! (Bu arada bu metroya aynı günün içinde üç kere binmek zorunda kalmam da ayrı bir olay)

14.30 Bakırköy, Titanik Otel

Bir masanın etrafına yedi tane kadın koyun ve kocalarından bahsetmelerini isteyin. Daha fazla bir şey anlatmayacağım.

16.15 Bakırköy-Taksim Sarı Dolmuş

Sabahtan beri beklenen oldu ve yağmur patladı. Harika! Aylardan Mayısın sonu ama hava, yakasını bir türlü Mikail'in gazabından kurtaramıyor. En arka köşe koltukta, kucağımızda karışık kuruyemiş-çerez tabağı (Valla diyorum. Kuru incir, kuru kayısı, fındık, ceviz.. Elimi tabaktan uzak tutamıyorum ki!), katır kutur gidiyoruz. Aslında gidemiyoruz, çünkü "yağmurlu istanbul" trafiği, Cuma trafiği ile birleşmiş vaziyette.

17.45 Nişantaşı, Top Shop

Elbise bakmaktan ve denemekten nefret ettiğimi söylemiştim değil mi? Bir de o elbiseleri sanki 14 yaşında kızlar ama beli on santim olan kızlar giyecekmiş gibi yapan tasarımcılardan nefret ediyorum! Bak ben, tipik, normal, sıradan bir Türk kadınıyım (üst bölge hariç). Yani o elbiseler ancak benim bacağıma girer. O nasıl bel ya! Öyle beli olan bir kız bulun bana getirin de iki makarna falan pişireyim, yesin gariban. Bir de elbisenin yanlarını transparan yapmışlar ki vücudumuzda ki doymamış yağ oranı iyice ayyuka çıksın. Sağolun! Ben ne giyeceğim şimdi? Kaldı on gün, of! (Not: O bahsi geçen bele sahip kızı burada yazılanlardan on dakika sonra metro merdivenlerinde gördük. Bıçağı alayım...)

19.30 Şişli, Sürmeli Otel

Taksim'den Mecidiyeköy'e (metro müzisyenlerinin hepsiyle ahbap olmak üzereydik artık çünkü bu aynı günde sanırım beşince metroya binişimizdi), oradan yürüyerek Gayrettepe'ye, bir dakika düzelteyim, yüzerek Gayrettepe'ye. Yol boyunca seksen yerde satılan beş liralık streç filmden yapılma şemsiyelerden almadığımız için sıçana döndük. Ama ne yağmak! Bir de onca yolu ayağımızda bez ayakkabılarla yürüyünce zaten dizlerden aşağısı dere boyu kavaklar. Yukarıda, kapşonun içinde kalan bölge sağlam ama sonrası yok. Otelden içeri girdiğimizde -ki ben almayacaklar bizi sandım- burnumun ucundan su damlıyordu.

21.50 Taksim, Nevizade

Meyhanenin üst katında ki kızlar masasında, sırtım orkestraya dönük, çorabımı değiştiriyorum. Adam artık beni tanımış (İco'nun da katkılarıyla) "ne istersin" diye olanca ihtimamıyla geldi, dedim "en çabuğundan ve en soğuğundan bir bira, başka da birşeycikler istemem". Sağ olsun, bütün gece ben daha boş bardağı koyarken dolusunu getirdi. Karşı masa Malatyalı çıktı, ben de kadehimi alıp onlarla "şerefe" yapmaya gittim. Bir de o masada ki mavili abla, ya abla bir yerlerde ders veriyor olsa kesin hepimiz yazılacaktık. Erkek nasıl baştan çıkarılır? Nasıl sessiz sessiz ayartılır? Süper hoca olurdu. Ha bir de orkestracım, canım, abilerim ablalarım, çaldığımız şarkılara dikkat edelim. Bazılarının bazılarımızda hatırası var. Hah sen gir o "bu fasulye yedi buçuk lira" dan, oh be!

Not: Bugüne emeği geçen tüm metrobüs, metro, sarı dolmuş, taksi vs ve Galata Kulesi'ne teşekkürü bir borç bilirim.
Ha bu kadar da değil, bu günün ertesinde de bir Ereğli yolculuğu var.



5 yorum:

  1. "Öyle beli olan bir kız" derken? Etrafına yeterince iyi bakmıyorsun bana kalırsa, neleri kaçırıyorsun kim bilir :-D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ahhh! seni atladım sanma, sadece kriter dışı tuttum. tanıdık olunca :)

      Sil
    2. Bir belimiz var zaten, onu da yok sayarsan yandık:-P

      Sil
  2. Oh maşallah Barika :)

    YanıtlaSil