29 Aralık 2014 Pazartesi

Barika'nın kuyusu: PATATESİME...

Barika'nın kuyusu: PATATESİME...: Her sene olduğu gibi bu sene de bir eski yıl muhasebesi - yeni yıl beklentisi tadında bir şeyler yazacağım evet ama önce, hepsinden ayr...

PATATESİME...



Her sene olduğu gibi bu sene de bir eski yıl muhasebesi - yeni yıl beklentisi tadında bir şeyler yazacağım evet ama önce, hepsinden ayrı, yazmak istediğim bir şey var.

Her yıl biterken "ulan ne biçim yıldı", "ulan ne bitmez yıldı" diye söylenir dururuz. Bundan önce yazdığım son yıl yazılarına şöyle bir baktım da (merak edenler için : http://barikaninkuyusu.blogspot.com.tr/2010/12/ikibinon-ve-bir.html

http://barikaninkuyusu.blogspot.com.tr/2013/12/yine-yeni-yil.html )

tuhaf şeyler yazmışım. Sanki normalde normal şeyler yazarmışım gibi... Ama canı sağolasıca hayat, bu sefer bana resmen sağ gösterip sol vurdu. Sen misin mır mırlanan her sene "bu sene de bididididididi" diye; al bakalım cinsinden öyle bir sopa salladı ki; ne ağız kaldı ne burun. Buyrun bu yüzyılın her hali ile en kötü senesine...

Bilmem kaç milyar yaşındaki dünyamız, kendi ekseninde sıradan berbatlıkta bir seneyi daha devirirken benim kendi eksenim biraz kaydı. Yazın tam ortasında eğrildik orta yerimizden, sonra da çıt diye kırılıverdik.

Yokmuş gibi yaptığım, yok saydığım, yok sandığım, yok olsun istediğim zamanlar çok. İçine düşersem boğulurum diye korkumdan eğilmediğim, kenarında oturup izlediğim zamanlar da. İnancımın sarsıldığı ve bazen de cennetin varlığı için var gücümle kendime kanıt aradığım zamanlar az değil. Elimin telefona gittiği, bir şey sormak ya da söylemek isteyip yutkunduğum zamanlar da.

Şairin dediği şimdi çok daha anlamlı: "Ölüm Allah'ın emri; ayrılık olmasaydı..."

Kurulan okey masaları, mandalinalar, küçük müçük de olsa hediyeleri sevmen, bir kadeh şarabı neredeyse bir saatte içmen, tombalada yaptığın çinkolar, telefonda bana "yılbaşında gelsen ya" demen, onca misafire her ahvalde onca çeşit yemek hazırlayabilmen, çay servisini de hep bana yaptırman...

2015'e giriyoruz Anoş... Sensiz ilk yılbaşımız. Sensiz bir çok ilk ve dahi bundan sonra sensiz olacak diğerlerine öncü. Vermek üzere olduğum ve verdiğim ama asla pişman olmadığım tüm kararlarda aklımdasın. Çantamda da kehribar rengi tesbihin var.

İyi yıllar patatesim...

Not: Kışlık olmasın diye gidip de çok sevdiğin Dalyan'dan bi foto koydum Anoş, mayolu falansın ama idare et artık...


 

22 Aralık 2014 Pazartesi

Barika'nın kuyusu: İNSAN SARRAFI

Barika'nın kuyusu: İNSAN SARRAFI: İnsan tanımakta ne kadar başarısız olduğum ve hızlı karar vermekle ilgili bir sorunum olduğu başımdan geçen berbat evlilikten belliydi. ...

İNSAN SARRAFI


İnsan tanımakta ne kadar başarısız olduğum ve hızlı karar vermekle ilgili bir sorunum olduğu başımdan geçen berbat evlilikten belliydi.

Yirmi beş yaşın verdiği heyecan ve "ne yapıyorum ben" sorgulamasını sağlaması gereken hücrelerin (ve tabi beyin hücrelerimin) eksikliği nedeniyle hepi topu üç aydır tanıdığım adamın evlilik teklifine "evet" deyivermiştim.
Sonradan kendime itiraf etmek zorunda kaldım ki; sadece sevişebilmek için evet demiştim. Neticede ailemle yaşıyordum, adama karşı o zaman aşk sandığım ama sonradan sadece bildiğin çekim olduğunu anladığım bir şeyler hissediyordum ve bu uzak duramama, dokunmadan duramama, öpmeden duramama, daha fazlasını isteme problemimin tek çözümü evlenmekti. Ki yine sonradan fark ettim ki o da bana sırf benimle sevişebilmek için evlenme teklif etmişti.
Ülkemizdeki cinsel tabuların hayatımı nasıl mahvettiğine dair bir şey anlatmaya çalışmıyorum; otuzundan önce hissedilen pek çok şeyin ağırlıklı olarak hormonsal olduğunu ve çok ciddiye almamanız gerektiğini anlatmaya çalışıyorum.
Neyse, sonuçta ben yirmi beş, o yirmi beş, iki yeni mezun, iş hayatında acemi, aklı bir karış havada şahıslar olarak ailelerimize bile haber vermeden gidip belediyeden gün aldık. O kadar emindim ki doğru bir şey yaptığımdan, en ufak bir vicdan muhasebesi dahi yapmıyordum. Dahası ailem de zerre kadar umurumda değildi. Kabul etmeyip te ne yapacaklardı? Çocuk değildim ben artık! Kendi kararlarımı verebilecek yaştaydım.

Hadi oradan!

Düğün yapmadık dersem sanırım şaşırmazsınız. Ben, damat, iki arkadaş. Nikah memuruna evet derken kalbim çatlayacak sandım. Sonra aynı hissi bir de hakim, boşandığımızı ilan ettiğinde yaşamıştım...
Film gibi (en yalın tabiriyle) geçen bir aydan sonra yokuş aşağı inmeye başladık. Ev tutmak, fatura ödemek, eşya almak, hesap yapmak, hesap sormak, alan daraltmak, daralan alanda hareket etmeye çalışırken birbirine çarpmak ve yaralamak... Bunlar o kadar hızlı oldu ki daha tuttuğumuz eve tam yerleşememişken ayrılmaya karar verdik.
Uzatmayalım, zaten güzel bir hikaye de değil. Travması bir zaman sürdü, yeniden kendime güvenmek vakit aldı ama en sonunda her şey bittiğinde bunun da düşünerek hareket etmek üzerine bir ders olduğuna karar verdim.

Hadi oradan!

Ders tabi ama alırsan! Yahu başından bunu bir kere geçirmiş bir insan bu konularda akıllanmaz mı? Bir durup düşünmez, tartmaz mı? Her yeni tanıştığımız adamın peşinden gözü kapalı gideceksek halimiz nice olur? Şöyle olur; kendini bir çukurun dibinde yatar bulursun!

 Zaten barda tanışılan bir adamla bir geceden fazla geçirmemek gerektiği yıllar içinde bir çok insan tarafından ispatlandı. Buna ben de dahil. Manyak mıdır, fetiş midir, sosyopat mıdır, psikopat mıdır bilmezsin; o kadar alkolle Karındeşen Jack gelse adam sanırsın, peşinden gidiyorsun. Hadi bir kere gittin diyelim ikinciye neden gidiyorsun? Hadi ikinciye de gittin niye orada kalıyorsun? Hadi kaldın diyelim kapıyı üzerine kilitleyip çıkınca neden pencereden kaçmıyorsun? Basiretin bağlanmış gibi adam geri gelene kadar o evde kalınır mı? Tamam, binanın beşinci katında olabilirsin ama en azından pencereyi aç da bir bağır, bir şey yap di mi? Çok mu önemli tanımadığın bir mahallede rezil olmak? "Olmaz, otuz yaşında kadınım, bununla baş edebilirim, sakin kalmakta fayda var" diye kendini telkin edeceğin yerde sakin falan kalmayıp ortalığı ayağa kaldırsaydın bugün bunları konuşuyor olmazdık. Ya da herkes beni konuşuyor olmazdı...

Hastanenin en çok güneş alan odasının önünde fotoğrafçılar ve muhabirler var. Hastabakıcım ve hastanenin güvenlik memurları onları çıkarmak için son on dakikadır dil döküyor. Çok da fotoğrafı çekilecek bir halim yok aslında. Vücudumun dörtte üçü sargılı. Yüzüm, ellerim ve ayaklarım dışında görünen yerim az, aslında şu anda hareket eden yerim de baya az... Yine de beni zamanında buldukları için şanslıyım.
Doktor son durum hakkında bilgi vermeye gelmeden odanın önünü boşaltmazlarsa iyi bir azar yiyecekleri kesin. Yani beni düşündüklerinden değil bu çaba.

Doktor demişken; doktorum çok tatlı bir adam. Gür kahverengi saçları, yeşil gözleri ve insana güven veren bir sesi var. Tıpkı yabancı dizilerdeki doktorlar gibi... O kadar şefkatli ki; bu dünyada kimseye zarar verebileceğini sanmıyorum. Dün beni kontrole geldiğinde yüzünde tuhaf bir gülümseme vardı muayene boyunca. İster istemez ben de gülümsemeye başladım. Son muayene normalden uzun sürdü. Sonra tam çıkmadan önce elimi sıktığında sanki üzerimden bin voltluk elektrik akımı geçmiş gibi geldi bana.
Evet, insan sarrafı sayılmam ama bu adam farklı, hissediyorum...





Hadi oradan!







 

18 Aralık 2014 Perşembe

MUHASİP

Baştan konuşalım, sonra söylemedi demeyin:

Bir şey yapmak üzereyim, bir şey de yaptırmak üzereyim, bir de bana bir şey yapmak üzereler.
Şimdi söylemiş mi oldun diyorsunuz ama her şeyi açık açık anlatırsam buraya ne yazacağız sonra? Ha? Di mi...
İnsanlığın benden geniş beklentileri var belki (obsesifmakinist'ten inciler) ve ben de adım atmak üzereyim (belki) ama bu hakikaten ayrı bir hikaye ki nasıl anlatacağımı da vallahi bilmiyorum. Geçelim.

Baya anlaşılmaz bir girizgah oldu; toparlayalım.

Hayat son zamanlarda alabildiğine ağırdan alıyor. Biliyorsunuz (ya da ben öyle varsayıyorum), zaman geçmiyor. Geçmemek için ayak diriyor hatta utanmaz! Hep böyle değildi tabi... Yirmi beşimden otuzuma geldiğim arayı hatırlamıyorum, her viski içişimde yaşadığım kısmi hafıza kaybı gibi, hep bölük pörçük anılar. Otuzumdan otuz üçüme geldiğim ara biraz daha net. Farkındalık da doğru orantılı olarak artıyor galiba yaşla beraber. Amma velakin bu otuz üç var ya...
Yılbaşına on gün kala, bitmesi için en çok dua ettiğim yıl bitmeden önce bir kere daha fark ettim (dedim ya farkındalık) ki zaman yavaşladı. Belki de sadece bana yavaşladı... Onca itelememe, ötelememe rağmen ilerlememekte direndi, direniyor.
Bazı günlerim yirmi sekiz hatta otuz beş saat falan. Ve bazı haftalarım dokuz gün... Bak şimdi de bakıyorum, bugün daha Perşembe. Nasıl yahu?

Çok rüya görüyorum. Eskiden görmediğim kadar ve çocukluğumdan daha fantastik. Her rüya uyanılan sabahı ağırlaştırıyor. Bazen çok eskilerden bir ses geliyor ve ben daha bugünü toparlayamamışken geçmişe doğru bakıyorum bir de.

Hayal kırıklığı açısından zengin bir yıldı. Son ana kadar bekletti beni iyi bir şey için. Hala da bir şey vermiş değil sağ olsun ama şimdi beni bir kıyıya getirmiş gibi hissediyorum. Bir şeyler çatırdayıp ortasında yeni bir şeyler açılacak gibi. Kendimi hiçbir konuda beklentiye sokmamayı bana kafama vurarak, ağzımı burnumu dağıtarak ve saçlarımdan çekip... neyse, kısaca gayet güzel öğretti hayat. Bu bir his sadece. Çıkar çıkmaz, Tanrı bilir. Neticede altıncı hisleri yeterince güçlü bir insan olsaydım bu blogdaki yazıların yüzde altmışı olmazdı.

Yani sayın okuyucular, elbette ki her yeni yıl gibi bu yıl biterken de bir muhasebe yazısı paylaşacağız sizinle o ayrı; bu daha ziyade bir iç muhasebe yazısı oldu. Birkaç sabahtır bana kendimi bir nebze daha iyi hissettiren bir takım duyumlar ve tadımlar (anlayana) neticesinde yazıldı; ilerleyen zamanlarda tasdik amaçlı geri döner bakarız.

Hadi öptüm sizi, ben Hatay'a künefe yemeye gidiyorum.

 

15 Aralık 2014 Pazartesi

DEFTER



Yazmayayım diyordum aslında ama galiba yazacağım. Bu saçma oldu; şu anda baya yazıyorum.

Genelde kapanan defterlerin bir daha açılması hayra alamet değildir. Neticede o defter kapanmışsa bir sebepten kapanmıştır değil mi? Misal; yazacak yer kalmamıştır.
O kadar çok şey söylemiş, o kadar çok yerini karalamışsınızdır ki artık değil kelime tek bir harf dahi yazacak yer kalmamıştır. Hal böyle olunca da o defter kapanır. Açmaya kalkarsanız bulacağınız şey de tam olarak bıraktığınız şey olacaktır.
Tamam diyelim ki ilk sayfadan açtınız. Düzenli, güzel ve özenli bir el yazısı. Harfler gevşek gevşek yayılmışlar. İki "a" nın sığacağı yerde bir "i" yatıyor falan. "y"lerin, "g"lerin kuyrukları uzun uzun kıvrılmış. Böyle dans eder gibiler, hatta vals yapar gibi.
Defterin ortalarına doğru yazılar hızlanır, sayfalar geçtikçe harfler birbirine yanaşır, sokulur. İç içe geçerler. Hikayeler derinleşir. Mevzular uzar. Yazı artık süslü değil sadedir. Harfler kesindir. Net çizgiler çekilir. "a" lar serttir.
Bir yerden sonra cümleler uzamaya başlar. Bitmeden, bütün bir sayfa sürebilen cümleler yazarsınız. Bir türlü sonu gelemeyen cümleler... Noktalama işaretlerinden noktalayanlar hiç kullanılmaz; varsa yoksa virgüller noktalı virgüller. Hep bir sıralama, açıklama çabası.
Ve ünlemler başlar. Soru işaretleri. Cümlelerin boyu kısalır, sesi yükselir. Harfler o tatlı tatlı dizilimini kaybeder, kargacık burgacık bir hal almaya başlar. Sayfaların azaldığını fark edersiniz. Oysa daha bitmemiştir yazacaklarınız. İyice sıkıştırırsınız sığsınlar diye. Sanki hepsi yazılmak zorundaymış gibi ya da yazmazsanız olmazmış gibi yazar da yazarsınız. E buna can mı dayanır; defter biter.
Defterin bittiği yerde hikaye de bitecek diye bir kural yok. Yeterince iyi bir anlatıcıysanız hikayeyi sonlandırmış olabilirsiniz tabi ama bazen siz daha bitirmemişken bitiverir.
Ben çok iyi bir anlatıcı sayılmam. Başkalarının hikayelerini yazmakta iyiyimdir ama kendi hikayelerimde hep fazla uzatırım. Söyleyecek milyonlarca şeyim var gibidir ve her defter buna uygunmuş gibi davranırım. Yüzlerce sayfalık hikayelerimi seksen sayfalık tek ortalı harita metod defterine sığdırmaya çalışırım. Ben hep roman yazmak isterim ama romanlar, not defterlerine yazılmaz...
Ne diyorduk; hah, eski defterleri açmanın kimseye bir faydası yok. Yeni bir hikayeniz varsa, yeni bir defter lazım. Eski hikayelerinizi farklı şekilde yazacaksanız yine yeni bir defter lazım. Yeni yıl geliyor; herkese yeni bir defter lazım...
 

5 Aralık 2014 Cuma

Barika'nın kuyusu: BU BİR HİKAYE... Mİ?

Barika'nın kuyusu: BU BİR HİKAYE... Mİ?: Birbirimize "tabi o kadarı olmaz da" dediğimiz zamanları dün gibi hatırlıyorum. Alkol alımının gece saat ona kadar kısıtlanmasına...

BU BİR HİKAYE... Mİ?

Birbirimize "tabi o kadarı olmaz da" dediğimiz zamanları dün gibi hatırlıyorum. Alkol alımının gece saat ona kadar kısıtlanmasına o kadar söylenmiştim ki; bundan bir kaç sene sonra satımının tamamen yasaklandığında göreceğimi bilsem belki sesimi daha fazla çıkarırdım. Ama dedim ya; biz sürekli birbirimize "yok artık, o kadarını yapamazlar" deyip duruyorduk.
Alkol zaten asla ana gündem maddesi değildi, o daha çok yaşayan güruhlardan birini diğerine "haramkar" ve "günahkar" göstermek için bir tuzaktı. Nefreti körüklemek için, hasedi arttırmak için, kötülemek, karalamak, çamurlamak için. İşe de yaradı. Birbirimizden nefret ettik.

O kadar hızlı kabul oldu ki yasalar, kararlar, kararnameler ve o kadar hızlı günah oldu ki bazı şeyler; yetişemedik. İtiraz eden dinsiz oldu; dinsiz olmak bu ülkede en büyük suç oldu. Neye inanacağınıza siz daha ana karnındayken karar verdi devlet ve anaokulundan itibaren size bunu dikte etti. İnanmamak ya da kendinizce dininizi yaşamak, mezhebinize göre oruç tutup namaz kılmak diye bir seçenek kalmadı. Çünkü Sünnilik dışında tüm mezhepler yok sayılabilmesi için yok edildi.

Karma eğitim, kız erkek ayrılmalı konuşmalarından yaklaşık iki sene sonraki eğitim yılında bitirildi. Kız çocuklar için zorunlu eğitim dört yıla düşürüldü; evden eğitim için gönüllü, okula göndermeye durumu olmayan ailelere kız çocuk başına gerekli meblağın aylık olarak ödenmesi gündeme geldi. Erkek çocuklar için zorunlu eğitim 4+4+4 olarak bırakıldı. Din eğitimi anaokulundan itibaren zorunlu hale getirildi. Ortaokuldan itibaren ise Arapça zorunlu ders olarak veriliyor. Üniversitelerde kız ve erkek öğrenci kontenjanlarına farklı katsayılar getirildi.

Bundan yaklaşık bir buçuk sene sonra ise kadınların çalışmalarının eş veya baba gibi aile büyüklerinin iznine tabi olması seçeneği gündeme getirildi.

Devlet Opera ve Balesi, geçen sene perdelerini kapattı. Özel tiyatroların çoğu ya iflas etti, ya getirilen düzenlemeler nedeniyle kapanmak zorunda kaldı. Şehir Tiyatroları sadece üç büyük şehirde kaldı ve senelik oyun sayısı sınırlandırıldı. Oynanacak oyunların atanan bir sansür kurulu onayından geçmesine karar verildi.

Emniyet güçlerinde yapılanmaya gidildi. Polis teşkilatının yetkileri yeniden düzenlendikten sonra Özel Güvenlik Kolu adı altında sokak devriyesi yapacak, sokaklarda ve şehirlerde asayişi düzenleyecek, gerekli kuralları uygulayacak bir birim daha yaratıldı. Bu birime olası şüphe durumunda tutuklama yetkisi, ahlaksızlık, hırsızlık, zina vb suçlarda müdahale yetkisi verildi.
Bahsi geçen zina, hırsızlık suçları gibi suçların cezaları kanunlarda ağırlaştırıldı. Dini nikah, resmi nikahla birlikte zorunlu hale getirildi. Dini ve resmi nikah olmadan birlikte yaşama; zina suçu kapsamına alındı ve cezai müeyyide uygulanmasına karar verildi. Nikahsız çocuk sahibi olmak ise ahlaksızlık suçu olarak addedildi ve yaptırımı hapis cezasına dönüştürüldü.

Üçüncü havaalanı açıldıktan sonra ikinci havaalanına dönüştü çünkü Atatürk Havaalanı uçakların rotalarındaki sapmalar neden gösterilerek kapatıldı. Havaalanının bulunduğu arazi, yabancı bir şirkete satıldı daha sonra İstanbul'un en büyük yaşam sitesi ve AVM'si bu alana inşaa edildi. Üçüncü köprü bittikten sonra da İstanbul'un trafiğinde gözle görülür bir iyileşme olmadı ama İstanbul'un ikinci büyük yaşam sitesi de köprünün hemen ayağına inşaa edildi.

Taksim Gezi Parkı yıkıldı. Topçu Kışlası inşaa edildikten sonra Atatürk Kültür Merkezi de yıkılarak yerine Osmanlı mimarisi görsellerini taşıyan büyük bir AVM inşaa edildi. Asmalı Mescit mevkiindeki restoranların dışında Beyoğlu'nun genelindeki mekanlarda alkol satışı kaldırıldı.
Cumhurbaşkanlığı Sarayı'ndan sonra, Başbakanlık da 750 odalı konutu ile eski adıyla Atatürk Orman Çiftliği; şimdiki adıyla Ak Hadaik-i Hassa (Ak Saray Bahçeleri) 'ya taşındı.  

Sadece devlet erkanını koruması için ordu içinde Beyaz Üniformalılar adı altında özel bir birim kuruldu.

Twitter kapatıldı.

e-yasalarda internet kullanımına belli sınırlamalar getirildi. Pek çok siteye Türkiye üzerinden erişim engellendi.

Gösteri ve yürüyüş haklarını içeren yasada radikal değişiklikler yapıldı. Meydanların tamamı gösteri ve yürüyüşlere kapatılırken sadece şehirlerin kendi belediyelerinin yapacağı organizasyonlarda kullanılmasına izin veriliyor.

Bu bir hikaye, bu hikaye burada bitti mi? Bilmem. Başladı mı? Evet.