21 Mart 2013 Perşembe

Barika'nın kuyusu: HEDEHÖDÖ

Barika'nın kuyusu: HEDEHÖDÖ: Sevgili Blog, Sahibinin sesi konuşuyor (kendime not: o gramofonu artık tamir ettir!); yeniden leylek, leylek havada pozisyonuna geçiy...

HEDEHÖDÖ



Sevgili Blog,

Sahibinin sesi konuşuyor (kendime not: o gramofonu artık tamir ettir!); yeniden leylek, leylek havada pozisyonuna geçiyoruz.
Önümüzdeki on gün Çin ve Bangladeş dolaylarından sesleneceğim size; hazır olun!

Bugün bahar bayramı ama gel gör ki Çin'de hava sıcaklığı 10 derecenin altında. Şangay'da ve Pekin'de önümüzde ki günlerde mont giyiniz diyor. Halbuki Bangladeş'te hava 35 derece. Orada da don göynek geziniz diyor ki bilindiği üzere halk da öyle geziyor. Halka karışmak konusunda sıkıntımız olmadığına göre valizimizi -yine- dört mevsimlik hazırlıyoruz. Bir çift çizme yanında bir çift babet gibi.

Size oradan değişik ve güzel hikayeler anlatma hevesindeyim, umarım karma bu hevesimi kırmaz. Ayrıca becerebilirsem #obsesifmakinist'in önerisini yerine getirip global bir takım hikayeler de yazabilirim belki. Bunu ilerleyen zamanlarda göreceğiz. Görmeyi planladığım bazı yerler var; zamanı ayarlayabilirsem asıl oradan malzeme toplayacağım. Sonra hep beraber pişirir yeriz.

Size gelince; sizden ben yokken Nihat Doğan kadar aktif, Lerzan Mutlu kadar neşeli, Değerli kadar sinsi, Sibel Can kadar anaç, Gollum kadar saplantılı, Alex Ferguson kadar istikrarlı ama Hitchcock kadar görünmez olmanızı bekliyorum.
Bu öyle mutfakta hede, sokakta hödö, yatakta hedehödö olmaya benzemez. İşiniz zor.
Yalnız ortaya çıkacak ucubeden ben sorumlu değilim.

Not: "ucube" deyince aklıma şu heykel mevzusu geldi, belki bunca olay arasında unutmuşsunuzdur diye resmini koyayım da hatırlayın dedim. 


11 Mart 2013 Pazartesi

Barika'nın kuyusu: HAYALPEREST

Barika'nın kuyusu: HAYALPEREST: “Benim bir hayalim var” demiş ya adam,  o balkondan binlerce insana doğru; o kadar ciddi ve önemli ve hayati olmasa da benim de b...

HAYALPEREST





“Benim bir hayalim var” demiş ya adam,  o balkondan binlerce insana doğru; o kadar ciddi ve önemli ve hayati olmasa da benim de bir hayalim var.

Yazmaya başladığım günden beri –ki bu sanırım çocukluğuma denk geliyor, sekiz-dokuz yaşlarıma- dersem yalan olur ama özellikle son birkaç zamandır yazdıklarımın birilerine ulaşması fikri beni heyecanlandırıyor. İlk günlerde ne kadar korkak olduğumu size anlatmıştım zaten. Sonradan bana nereden enjekte edildiğini bilmediğim bir cesaretle bu bloğu kurdum, yıl 2008.
Şimdi yıl 2013. Neredeyse beş yıl. Bunun ilk iki yılı toplamda 3 yazı yazdığım için sayılmaz. 2010’dan itibaren sayalım, üç yılda yüzlerce şey yazmışımdır.

Diye tahmin ediyordum ki öğrendim; 527 sayfalık yazı yazmışım.
Nasıl mı öğrendim? Çok acayip oldu…

Etrafımdaki insanlar (tabi onlara insan diyebilirsek) bana bugüne kadar verilmiş en acayip hediyelerden birini verdi: bu blogtaki bütün yazıları basıp bir kitap haline getirdiler. Baya bildiğiniz kitap ya! Böyle “içindekiler” kısmı falan var. Hatta kendileri birer New York Times yahut Guardian’dan kitap eleştirmeniymişçesine kitap eleştirileri bile yazmışlar. Kendimi bir J.K. Rowling (bkz: Harry Potter), efendim bir E.L. James (bkz: Fifty Shades of Grey) gibi hissettim. Çünkü bir de imza günü düzenlediler. Hem de afişli falan. Tabi ben önüme o 527 sayfalık kita(bım)p konulduğunda o kadar afallamış vaziyetteydim ki; ilk imzamı ellerim zangır zangır titrediği için karalama tadında attım ve tarihe de 7 Mart 1981 yazmaya çalıştım. Sonradan düzelmeye başladım ki böylece sonradan gelenler biraz daha insan gibi imzalar alabildi benden.

Kırk yıl düşünsem bu tilkilerin kuyruklarının bu kadar birbirinden uzak olduğunu tahmin edemezdim, beni baya tongaya düşürdüler. Bu tonganın bu kadar kıymetli olmasının asıl nedeni ise şu (yani yazılarımın bir kağıda basılı olduğunu görmenin dışında); bana “olabileceğini” gösterdiler. Bana benim zaman içinde hep acabalarla kafamda kurduğum o hayalin aslında gerçekleşebileceğini, bir gün bir kapağın üzerinde ismim olabileceğini, her hayalin gerçekleşme olasılığı olduğunu ve benim boş yere Poylanna tarafından ısırılmadığımı gösterdiler. İşte bu yüzden bu kadar değerli…

Bir de, sanırım bir şekilde, bu zamana kadar bir şeyleri doğru yapmış olabileceğimi düşündüm. En azından 32 yaşımda, geri dönüp baktığımda bir şeyler doğru olmuş olmalı ki bunlar gerçekleşti diyebiliyorum.

Şimdi mi? Bilmiyorum. Ama merak eden herkes için kitabın bir resmi yukarıda. Kendisine imzalı bir kopya  isteyen varsa, bana ulaşsın. Bedava değil ama cüzi bir miktara. İsteklilerimiz arttıkça bizim de bunu bastırma hevesimiz artıyor. Bakarsınız kendimize bir sponsor hatta bir yayın evi falan bulur belki bunu gerçek bir kitap bile yaparız. Belli mi olur…

Not: Bu yazı bütün tilkilere ve çakallara armağan edilmiştir, onlar kendilerini biliyorlar...

7 Mart 2013 Perşembe

Barika'nın kuyusu: 32 KISIM TEKMİLİ BİRDEN

Barika'nın kuyusu: 32 KISIM TEKMİLİ BİRDEN: Sevgili Blog, 31’i atlatıp 32’ye kadar gelebildik. O bir sene nasıl geçti bilmiyorum ama adı gibi 32 kısım tekmili birden geldi b...

32 KISIM TEKMİLİ BİRDEN




Sevgili Blog,
31’i atlatıp 32’ye kadar gelebildik. O bir sene nasıl geçti bilmiyorum ama adı gibi 32 kısım tekmili birden geldi bu yaş: kan, ter, gözyaşı, ihtiras, entrika, macera… Gelen gideni aratmasa bari de biraz sakinlik, biraz dinginlik gelse hayatımıza. Çünkü yaş kemale erdikçe kafa da ermek istiyor. Üstelik yaşlandığıma dair somut örneklerim de mevcut:

En sevdiğim akşamlar ayağımı uzatıp çekirdek çitleyip-çay içerek KuzeyGüney izlediğim akşamlar.

O Ses Türkiye fanı oldum çıktım (ve evet, Murat Boz’la baya ilgisi vardı)

Haftanın en azından bir günü kızlar gecesi, her pazartesi Beşiktaş buluşmaları yapmak adetimiz oldu.

Evde biri daha var ve özellikle de bu aralar, bu yaşlarda olması daha iyiymiş. Değil mi #ezikböcek?

Tatil planlarımız hoplamalı zıplamalı değil de deniz kenarlı, sahil kasabalı hale gelir oldu. Endişelenmeli miyim #obsesifmakinist?

Saçlarımı bir turuncuya, bir kırmızıya, bir bordoya boyamaya karar verip, hiç birine boyamadan kendi haline bıraktım.

Renkli tişörtlerim iyice dolabın dibinde kaldı.

Einstein gibi aynı siyah tişörtten dört tane aldım.

Bu sene üzerime daha hırka bile giymedim, erken menopoz mudur nedir; vücut ısım hep yüksek hep yüksek.

Yıl içinde toplam 4 aya yakın diyet yaptım, toplamda 500 gr ancak verdim. Metabolizma hızıma kurban olayım ben!

Boyun fıtığım sürekli ve zaman içinde pozisyona (yok yok, o değil) ve strese bağlı olarak artışlar gösteren ağrılara neden oluyor.

Bu sene içinde işe başlayanlarla benim aramda net on (rakamla 10) yaş var.

Bekarlık sultanlık olabilir evet ama çevremde azınlık haline geldi.

Kedi almaya karar vermek üzereyim.

Yavrum, çocuğum, evladım kelimelerini daha sık kullanır oldum. (Hayatım, balım, canım, aşkım dediğim için zamanında tenkit aldığım düşünülürse buna da şükür)

İnsanlara iş görüşmelerinde referans olabiliyorum.

Unutkanlığım o kadar had safhada ki; destekleyici haplar alıyorum ama almayı unutuyorum, sonra da cüzdanımı evde unutuyorum falan.

Öyle işte… Sonuç olarak bir hikayenin daha sonuna geldik.  Dünyanın bin türlü hali var (mış), her halin bin türlü gidişatı var (mış). O yüzden eminlik, kesinlik, hakimiyet kurmuşluk olanaksız ve evet, o şemsiyeler açılmıyor. Bir sonraki yıl nerede olurum, nerede olmam kiminle ya da kimsiz olurum, bilinmez; ama umarım hem siz hem ben hala birbirimizi okur-yazar oluruz. Öptüm sizi.

3 Mart 2013 Pazar

Barika'nın kuyusu: 576 KM'NİN ÖZETİ

Barika'nın kuyusu: 576 KM'NİN ÖZETİ: İzmir'den çıkıp İstanbul'a gelmiş, yerleşmiş herkes gibi gide-gele o yollarda bir dünya şeye aşina oluyorsunuz. Benzincilere, d...

576 KM'NİN ÖZETİ



İzmir'den çıkıp İstanbul'a gelmiş, yerleşmiş herkes gibi gide-gele o yollarda bir dünya şeye aşina oluyorsunuz. Benzincilere, dinlenme tesislerine, restoranlara, mekanlara, kasabalara, şehirlere, vesaire vesaire...

Mustafakemalpaşa'ya girişte şehir tabelasının normal bir şehir tabelasından en az 72 kat büyük olmasına, Bursa yolundaki Köfteci Baki Usta (İzmir'den İstanbul'a giderken Bursa'ya 30 km kala) nın acayip sucuklarına (#ezikböcek tavsiyesidir), içinde ışıklar yanan o uzun ve kocaman tünellere, İzmit çıkışındaki Sabuncubeli'ni aratmayan virajlı yola, tabi ki Sabuncubeli'ne, her yerde satılmasına bir türlü anlam veremediğim Trabzon ekmeği satıcılarına, kavunculara, portakalcılara, testicilere, küpçülere, hepsine aşina oluyorsunuz. Artık hepsi tanıdık geliyor ve her geçişte gözünüz yol kenarlarında onlara takılıyor, onları arıyor.

Hatırladınız mı neydi benim en sevdiğim filmlerden biri: Elizabethtown. Hani o kırmızı bereli kız, bizim şanssız çocuğa harika bir yol kitabı yapmıştı, daha da harika yol müzikleri ile. O geldi aklıma...
Neyse...

Biz bu sefer güzergahı uzatıp Bursa'dan geçtik. Jem'le görüşmeyi beceremedik çünkü navigasyona göre Bursa'da sadece bir tane Leman Kültür vardı ve ben aklımda yol-bel tarifi tutamam. Ama sonunda #ezikböcek'e anlatıp durduğum şu küçük (sonradan büyüyen) mekanda iskender yedirebildim. Sağ olsun onlar da hesabı bize yedirdi. Ulan bir buçuk iskender 30 lira olur mu!? Ama pek de güzeldi be! Ayrıca şu Bursa'ya bir ara vakitli bir gelip otuz bin cami ve elli bin bedestenden bir kısmını gezebilirsek süper olur dedik. Bi de Sıla konseri varmış ki...

Sıla'yı canlı izleyemeden bu yollarda bellerde kalacağım diye korkuyorum. Yoldan bir milyon kere (amma sayı geçti bu yazıda) dinlediğim Joker albümünün dvd sini aldık. Çok tatlı olmuş. Akabinde saçımı uzatmaya, dövme yaptırmaya, bol siyah bir pantolon almaya, boyumu çektirip yirmi santim daha uzatmaya ve gümüş yüzükler takmaya karar verdim. Bundan bir hafta önce 60 Saniye'de Angelina Jolie'ye bakıp "ben saçıma rasta yaptıracağım" diyen bir hatun için bunlar normal kararlar.

Bu arada bu hatunun doğum gününe sadece 4 gün kaldı, farkındasınız değil mi? Değilseniz de artık farkındasınız, bahane neyin üretmeyin!


1 Mart 2013 Cuma

Barika'nın kuyusu: DİĞER BAZI ZAMAN DİLİMLERİ

Barika'nın kuyusu: DİĞER BAZI ZAMAN DİLİMLERİ: Gözümün önünde çakan yıldızların aslında bulaşık deterjanı şişesinden püsküren baloncuklar olduğunu anladığımda algı sorunlarımla ilgili şü...

DİĞER BAZI ZAMAN DİLİMLERİ

Gözümün önünde çakan yıldızların aslında bulaşık deterjanı şişesinden püsküren baloncuklar olduğunu anladığımda algı sorunlarımla ilgili şüphelerim arttı. Algı sorunlarım bir tarafa bir de davranışsal problemlerim var. Mesela sabırsızlık gibi.
Her konuda, herkese sabır gösteren bu bünyenin, kıçını kırıp oturması gereken zamanlarda fırt fırt orada burada sürtmesi çok acayip. Susması gereken zamanlarda bu çenenin düşmesi, gitmesi gereken zamanlarda bu ayakların olduğu yere sabitlenmesi gibi...
Bende bu çatlaklar oldukça ben daha çok su sızdırırım.
Bugün ancak okuduğum mesajda belirtilen endişeler yersiz, Kant ya da Hegel anlatmayacağım. Tek bir korkum var şu aralar o da panik atak olmak. Asıl bu konuda endişelenin bence. Endişelenelim. O da mı nereden çıktı? Hiç de hoş olmayan bir yerden.
Üzerimde sarılı havlu ile yatağın kenarında otururken bir soru sorduğum şahsı muhterem bunları bilse korkudan kaçardı. Kim olsa kaçar... Zaten çok da dengeli olmayan bu bünye, kalan son çıtı da kırmak suretiyle teraziyi tamamen dağıtmış olabilir. Olabilir. Korkutucu di mi?  Evet, bence de korkutucu. Aksini iddia edemeyeceğim. Benimle iddiaya girmeyin zaten. Ben yeterince girdim. Barca'nın Milan'ı eleyeceğine dair iki adet yemek iddiam var. Bu güven nereden mi; diğerlerinin gelmediği bir yerden. Hepsinin gelmesini isteyeceğim yerden. Zaten insan elin Katalanına kendinden daha fazla güveniyorsa bir sorun var demektir.
Havluyu sıyırdığım gibi bir hışımla (erotik metin muamelesi yapmayın hemen, hasta etmeyin beni!) eti de kemikten sıyırabilsem bütün bunlar daha kolay olacak. Gel gör ki et dediğin, yeterince pişmezse sıyrılmaz. Kısmayın ateşin altını, at odunu at at!