30 Temmuz 2010 Cuma

OTOKONTROL

"Dün sabaha karsı kendimle konuştum.
Ben hep kendime çıkan bir yokuştum.
Yokuşun başında bir düşman vardı.
Onu vurmaya gittim kendimle vuruştum"
Özdemir Asaf

Sabah sabah bunu yazıp karşıma koyan arkadaşa selam olsun... Ne gerek vardı? Benim gibi şiirden hazzedemeyene bile ejder vuruşu yapan cinsten bu laflar. Kafayı duvara vurup patlatmak için birebir neden veren laflar...
Sükunet ve sakinlik yalan, istikrar desen hiç yok, dengeyi kaybedeli çok olmuş artık ondan da umut yok. Hala emin olduğum ya da olabildiğim şeyler var sadece elimde. Değişmeyen kurallar hatta kanunlar. Ama arada bir onları da sarsalayanlar çıkıyor ya işte o zaman elim ayağım kontrolü kaybediyor. O çok gelişmiş hatta gereğinden fazla gelişmiş otokontrol mekanizması bir titriyor, sonra bir sallanıyor sonunda dumanlar çıkarıp teklemeye başlıyor. Ama o kadar sağlam ki sağolsun, hiç bozulmuyor, hiç durmuyor. Tam beni rahat bıraktı, yolumu açtı, gidiyorum dediğimde; daha ikinci adımı atmışken haldır huldur çalışmaya başlayıveriyor. Sırf onun gürültüsünden bıkıp dönüyorum bende gerisin geriye olduğum yere. Önümde öylece uzanan, iki tarafı ağaçlarla çevrili yola rağmen.
En çok insanın kendisi dar eder hayatı kendisine, en çok kendisi kanırtır kendisini.

27 Temmuz 2010 Salı

UYARI

Eğer yarım bırakacaksak hiç başlamayalım bu işe. Korkup kaçacaksak hiç yola çıkmayalım; bırak yola çıkmayı, kafamızı kapıdan bile uzatmayalım. Eğer yine sıradan, basit olacaksa bir şeyler hiç bulaştırmayalım kendimizi bu işe. Elim, tenine değdiğinde kızgın maşa gibi yakıp, iz bırakmayacaksa; elin, tenime değdiğinde bıçak kesiği gibi acıtmayacaksa hiç dokunmayalım birbirimize. Eğer dudakların açık yarada tuz etkisi yapmayacaksa bende, eğer dudaklarım bir elektirik akımı geçirmeyecekse bedeninden, öpmeye yeltenmeyelim bile birbirimizi. Yine sadece yalan, dolan, kapris, oyun içinde yuvarlanacaksak; yerimden bile kalkmayacağım. Bana ayak basılmamış toprakları vaadetmiyorsan, adım dahi atmayacağım. Bana tatmadıklarımı tattırmayacaksan, elinden su bile içmeyeceğim. Ben bir adım geldiğimde -fazlası değil- sende bir adım gelemeyeceksen ve ben bir adım kaçtığımda, sen de bir adım geride durmayı beceremeyeceksen; o adımı asla atmayacağım. Gün doğumundan gün batımına ve gün batımından gün doğumuna kadar, yanımda olmasan da nefesini içimde hissedemeyeceksem, nefesini tüketme hiç benimle. Sözcüklerini, cümelelerini benden esirgeyeceksen, ağzını dahi açma. Ben esirgemeyeceğim senden hiçbir şeyi ama bunu hak etmeyeceksen yanıma bile yaklaşma.

23 Temmuz 2010 Cuma

Başağa...

Okulun arkasında ki zeytinlik, ağaç altı, papatyalar, yağmır sonrası toprak kokusu, akşam dersine sabahtan gelip akşam da o derse girmemek, Dost'un bahçesinde çay, arka bahçesinde bira, kışın karda yuvarlanmak, Sabuncubelinde ki lanetli 5 km, otostopla 6 kişi binilen tır, fotokopi, sınav stresi, kola-sigara, makro ikitisat hatta mikro iktisat, batak, ihale, ekmek arası kekikli tavuk, zeytin, Kavaklar, ah kavaklar..., deniz, sahil, Göztepe de maç, kavga, gözyaşı, ayrılık, İstanbul, İzmir... Milyonlarca ortak sözcüğümüz var bizi anlatacak. Bundan 8 yıl önce, okulun merdivenlerinde baya baya ağlarken yanıma gelen kız, "bana manyak mısın da ağlıyorsun?" diyen kız; karakterlerimizin onca farkına rağmen, kilometrelerce yolu biraya getirdik biz. Birbirinden saçma şeyler yaşayıp, saçma sapan dönemlerden geçtik, beraber katıldık gülmekten ve ciddi ciddi kapıştık, sonra epey de bi ağladık galiba beraber. Çok mutlu ol emi. Çok ama çok mutlu ol. O kaşık kadar yüzünde sadece bir koca gülümsemeye yer var. Unutma.