21 Ağustos 2017 Pazartesi

BİZ NE Mİ YİYORUZ BURADA?



Buraya gelmeden önce defalarca yanıtladığım, geldiğimden beri hala yanıtladığım  bir soru var:

"Ya siz orada ne yiyorsunuz?"

Zıkkım! Tövbe tövbe...

Bir buçuk ayın sonunda iki kilo verdim ama hayır açlıktan değil; aşırı sıcaktan ve yeme düzensizliğinden. Yoksa bırakın kilo vermeyi, almamak için çaba sarf etmem lazım.

Asya kıtası sandığınızın aksine insanın aç kalmasının en az mümkün olduğu kıta. Her türlü yemeği, her türlü fiyat aralığında bulabilirsiniz. Karnınızı iki dolara da doyurabilirsiniz, iki yüz dolara da. Tamamen size kalmış.

Çin'in sağını solunu değil sadece Şanghay'ı anlatacağım: Öyle sandığınız gibi her sokak başı bir böcek çöp-şiş arabası falan yok . Az bi kendinize gelin! Burası, dünyanın en büyük metropollerinden biri. İtalya, Meksika, Almanya, Fransa, Moğol, Uygur, Thai, Amerika, Türk; aklınıza gelecek her ülkenin mutfağından restoran bulabilirsiniz. Asya yemekleri ile aranız iyiyse zaten sıkıntı yok. Bolca Japon ve Kore restoranı da var. Asya yemekleri deyince de şu meşhur ön yargınızı bir kenara bırakırsanız baya güzel yemekler yiyebilirsniz. İnsanı aç bırakan yemekler değil, ön yargılarıdır. Hani şuradan birini tutsam getirip önüne menemen koysam; o bulamaç gibi şeyi nasıl yiyorsunuz der. Halbuki biz bayıla bayıla hatta ekmekle sıyıra sıyıra yiyoruz. O hesap işte.

Bir de şu "hayvanın orası yenir mi" ciler var. Tatlım sen o ülkede kelle, paça, yanak, dalak hatta billur adı altında ..... neyse işte, her şeyi yiyorsun da buradakilerin tavuğun ayağını yemesine mi takıldın?!

Ha illa çok egzotik şeyler yemek istiyorsanız o da var. Kuğu etinden geyik penisine uzanan bir liste halinde hem de. Siz ne yemek istediğinize karar verin, burada seçenekler sınırsız.

Konu mutlaka et olacak diye bir şart yok. Vejetaryenler de hayatta kalıyor. Bir sürü sebze ve ot var. Geçenlerde kereviz sapını bulduk mesela. Hepsinden öte, tofu var. Daha ne istiyorsunuz!

Hatta ve hatta çekirdek var! Baya böyle markette, tuzlusu, aromalısı, biberlisi, şekerlisi çıt çıt çekirdek var.

Anladığınız üzere aç kalmak diye bir şey yok. Burada hayat pahalı. Western yemek yemekte ısrar ederseniz biraz daha fazla para ödersiniz. Ama yerel yemeklerde fiyat aralığınız çok daha geniş. Kocaman bir kase otlu, mantarlı noodle çorbasını üç dolara içebiliyorsunuz. Porsiyonlar da maşallah "öküz doyuran" olduğu için yetiyor da artıyor bile.

En sevdiğim şey olan bira konusunda ise baya cennet! Kendi biraları güzel, sıkıntı yok, bunun yanında bir çok brewery denen şu kendi birasını yapan ya da tap bira satan mekanlar da var. Orada da fiyat aralığını takip etmeniz ve çok kıymetli olan "happy hour" ları yakalamanız lazım.

İşte böyle, artık bana "ya siz orada ne yiyorsunuz" diye sormayın; çok merak ediyorsanız gelin buyrun birlikte yiyelim.

Not: Yukarıdaki foto fıstıklı karides, çiçek de yanında hediye. 

10 Ağustos 2017 Perşembe

Barika'nın kuyusu: KÖPÜKLÜ EV

Barika'nın kuyusu: KÖPÜKLÜ EV: Bazı arayışlar hiç bitmez... Huzur, tatmin, aşk... Ama bazı arayışlar biter. Misal ev! Felsefik bir giriş yaptığıma bakmayın, nihay...

KÖPÜKLÜ EV



Bazı arayışlar hiç bitmez... Huzur, tatmin, aşk... Ama bazı arayışlar biter. Misal ev!

Felsefik bir giriş yaptığıma bakmayın, nihayet ev buldum demeye çalışıyorum. (Aşkı hala bulamadım ama n'olmuş) Tek kişi için ideal ölçülerde, temiz, site içinde, metroya yakın (yürüyerek on dakika yakın tanımının içine girer), ortamı güzel, böyle publar, restoranlar, market falan var çevresinde. De işte tek bir sorunu var: 23.katta!

23.katta ev mi olur ya! Evi ilk görmeye gittiğimizde, içeri girdik, a-aa bir baktım balkonu var! Elin İzmirlisini alıp Şanghay'a getiriyorsun, balkonlu ev bulmayacak da ne yapacak. Hadi bir bakalım diye hop diye atlamamla gerisin geri içeri girmem bir oldu. O ne yükseklik yahu! Sağ olsunlar benim gibi sarsak-şaşkın biri gelir belki diye balkonun etrafını camla kapamışlar. Ama alışmak biraz zaman alıyor tabi...

Onun dışında evin bir diğer iyi yanı da eşyalı olması. Çamaşır makinesini ev sahibim yeni aldı. Ben yerleşmeden de kurdu. Ben de eve taşındığım ilk gün paşalar gibi çalıştırdım makineyi çalıştırmasına da yarım saat sonra bir baktım makinenin altından bembeyaz köpükler balkona doğru yayılıyor... (Evet, makine balkonda. Ev 60 metre kare, nereye soksaydık!) Şimdi normalde ne yapılır; servis aranır, adres verilir, adamlar gelir bakar, yapar, gider. Ama bu dediğim gibi "normalde" yapılır. E burada ben Çİnce, 1.6 milyar nüfusun da baya bir bölümü İngilizce bilmediğine göre ben o servisi nasıl bulacağım? Hadi buldum derdimi nasıl anlatacağım? Hadi anlattım adresi nasıl vereceğim? Ben böyle kara kara düşünerek beyaz beyaz köpüklere bakarken, abinin biri de eve internet bağlıyordu. Bir an düşünmedim değil; bu adam internetten anlıyorsa elektrikten kablodan, doğal olarak borudan falan da anlar, yapar şu makineyi. Sonra bi silkinip kendime geldim, silkinince de beynimdeki hücreler yerine oturdu, bu fikirden vazgeçtim. Onun yerine evi tutmama yardım eden acentedeki Çinli çocuğa mesaj attım, o da bana Çince cevap yazdı. Google Translate denen uygulamayı bağrıma boşa basmadım ben! Çince-İngilizce öyle çevire yaza anlaştık, gelip makineyi yaptılar.

Sonrası bildik hikaye... İstanbul'da sekiz senede dört ev, Bangladeş'te bir tane, şimdi Şanghay'da ilk ev. Değişmeyen tek bir şey var: temizlik. Her zamanki gibi mutfağı en sona bırakıp bütün hafta sonumu fayans ovalayarak, yer silerek, dolap döşeyerek geçirdim. Bu işleri ölçülen 40, hissedilen 50 derecede yapınca; bir odadan bir odaya geçerken Hansel ve Gretel'in ekmek kırıntıları gibi arkanızda şıp şıp ter damlaları bırakıyorsunuz. En temizinden iki kilo vermişimdir.

Ertesi sabah, vücudu bu kadar eğilip bükülmeye alışık olmayan biri olarak yataktan kalkmam iki saatimi aldı. 180 derece dönüp kendimi yataktan düşüreyim dedim ama yatak odasında henüz halı yok, yer fayans, ağzı burnu bırakırım orada diye vazgeçtim. Sıcaktan şişip, fırıncı Ahmet Usta (o kim bilmiyorum, uydurdum) nın ellerine dönmüş ellerime dayanıp güç bela kalkıp güne başlayabildim ama sonunda...

Evet, artık yerleşik düzene geçtim. Çalışma iznim de geldi. En az bir sene rahatız gençler. Başımıza ne gelir artık bundan sonrasını yaşayarak göreceğiz hep beraber. Yeni hedefim en kısa zamanda bir bisiklet edinmek. Sonra bekle beni Şanghay sokakları!

Not: Yukarıdaki foto, benim 23.kattan balkon manzarası.


1 Ağustos 2017 Salı

Barika'nın kuyusu: ŞANGAY EVLERİ

Barika'nın kuyusu: ŞANGAY EVLERİ: Şangay'dan herkese selamlar! 2 yıl önce başlayan Asya macerasında Bangladeş'in ardından yeni bir perde açıyoruz: Asya kıtası...

ŞANGAY EVLERİ




Şangay'dan herkese selamlar!

2 yıl önce başlayan Asya macerasında Bangladeş'in ardından yeni bir perde açıyoruz: Asya kıtasını bir denizanası gibi kaplayan koca coğrafya Çin.
Ucu açık bir zaman diliminde buradan yayınımıza devam edeceğiz.

İlk izlenimler nelerdir diyecek olursanız geleli her ne kadar bir ay olmuş olsa da henüz kafamı kaldırıp etrafa bakacak vaktim olmadı. Türkiye ile beş saatlik ileri doğru zaman farkı iş düzenini biraz alt üst ediyor. Onun da dengesini kuracağız elbet ama şimdi başka sorunlarımız var: Ev!

Otelde yaşamanın da bir sınırı olacağı için (yani her gün odanızın temizlenmesi, toplanması, güvenlik vs derdiniz olmadan zırt pırt girip çıkmanız, bedava internet ve su gibi şeylerden faydalan dur nereye kadar) ev aramaya başladım. Bir kere de burada yazmış olayım: Bir şehri gerçekten tanımak istiyorsanız orada ev arayın.

Sokakları, caddeleri, yaşam alışkanlıklarını, neye ne dediklerini anlamanın en güzel yolu ev ev gezmek. Burada öyle kafanıza göre ha deyince ev bulamazsınız diye acenteler var. Acente dediğim bizdeki emlakçı aslında. Ve dünyada en az değişen şeylerden biri de bu meslek olsa gerek.

Internette taradığım kiralık ev sitelerinden birinden iki üç tane seçenek bulup hikayeye başladık. Acente ile metroda buluştuk, sonra başladık yürümeye. "Metro durağına yürüyüş mesafesinde" olan seçeneklerden ilki gerçekten yürüyüş mesafesindeydi, sonuçta on dakika bir şey değil. Evin içi de fotoğraflardaki gibiydi ki bu gerçekten bulunması kolay bir şey değil. E sorun ne diyeceksiniz, söyleyeyim: Evin dışı. Şöyle ki, burada anladığım kadarıyla bir kaç tane ev tipi var. Bunlardan biri "lane house"denilen eski tip Çin evleri. Genelde bir kaç katlı, küçük, ahşap evler. Daracık merdivenler ile üst katlara çıkıyorsunuz. Evlerin içi, yabancılara çekici gelsin diye direk IKEA'dan döşenmiş, iyi hoş da dışındaki merdivenlerde komşunun mutfağı duruyor, onu ne yapacağız? Yahut yan dairede paslanmış kocaman bir küvet yatıyor. Alt komşu bisikletini sizin kapının ağzına bağlamış. Evin girişinde üst üste yığılı bir milyon gazete ve bir fırın var. Yani bunları dert etmez, gözünü kapatıp eve girerseniz (her gün) evin içi on numara!

Bizim acenteye "yok koçum, bunlar bize gitmez" i anlatana kadar buna benzer bir kaç ev daha gezdik. Sonra bir zahmet bizi apartmanlara götürmeye karar verdi. Ama ona da Şangay'ın en eski apartmanlarından başladık!

Bu tarihi gezilerden sonra ben artık umudumu kesmek üzereyken sanırım ikinci ya da üçüncü acente ile dişime göre bir ev bulduk. Bu sefer de başladık çamaşır makinesi kavgasına. Eşya sahibi olmama konusunda verdiğim kararı hatırlıyorsunuz. O yüzden eşyalı ev bakıyorum. Zaten burada kiralık evlerin çok büyük bir kısmı eşyalı. Daha üzerindeki bantları sökülmemiş buz dolapları gördü bu gözler! İşte bu evde de her şey iyi güzeldi de çamaşır makinesini değiştirelim diye rica ettim. Olur ama eskisi de kalsın atamayız dediler. Yahu neden? Ne anısı var? Ev sahibinin çeyizi mi arkadaş neymiş de atamıyorum? Evde iki çamaşır makinesi ile ne yapacağım ben, ek iş olarak çamaşırcılığa gireyim bari. Zaten Şangay da pahalı şehir.

Biz bu tartışmaları yaparken atik bir arkadaşımız kaparosunu verip evi mis gibi tutuverince yine döndük başa.

Şimdi elimde son bir aday kaldı. Bunu da bugün yarın halledersem size neticeyi bildiririm. Yoksa en yakın parka gidip yatayım diyeceğim ama hava o kadar sıcak ki sabahına erimiş olurum!

Hadi kalın sağlıcakla...