30 Mart 2016 Çarşamba

KIRK BAHARATLI KARIŞIM

Kaçtır yazayım diye başına oturuyorum yazının hatta kaç tane de yazdım sildim, ı-ıh olmadı. Yıllar var ki -yeterince konuşkan olmama rağmen- pek çok şeyi yazarak daha iyi anlattım. Annemi kızdırıp küstürdüğümde özür dilemek için mektup yazan ben on yıllar sonra aşık olduğum adama derdimi anlatamadığımı fark edince mektup yazıp kapısının altından atmıştım. Zaman, o iflah olmayacakmış gibi duran romantikliği aldı götürdü elbet. Ama elde kalan da fena değil...

Şimdi de içinde birbirinden farklı binlerce hissi aynı anda barındıran bir duygu durumunu yazmaya çalışacağım (hayır aşık falan olmadım). Kardeşim nişanlandı...

Ben de biliyorum ülkemizde ve dünyada günde yüz milyarlarca çiftin nişanlandığını ama benim bir adet erkek kardeşim var ve zaman-uzay tartışmalarına girmeksizin her olay gibi bu da sadece bir kere yaşanabilecek bir olay. Aynı nehirde iki kere yıkanmaya inanmayanlardanız o yüzden adamımsın Heraklitos! Neyse ne diyorduk;

Çocuk takriben 30 yaşında artık ama klişe tabirle bana hala küçük. Haftalar süren konuşmalarda yüzük, nişan, takım elbise gibi başlıkları her atışında bana garip geldi. Bu çocuk daha ne kadar ki yüzük takacak, daha kaç yaşındaki evlenecek ev kuracak... 30 yaşında işte, daha ne olsun!
Yıllar önce üzerine ne giyerse giysin pijamasının içine sokan ( biliyorum, benden nefret edecek bunu söylediğim için), Power Rangers izleyen, sucuklu kuru fasulyenin kuru fasulyesini ayrı sucuğunu ayrı yiyen (bunu hala yapıyor) çocuk, 52 numara takım elbise alacak yaşa -ve kiloya- ne zaman geldi?

Tamam bu duygusal haykırışları bir yana bırakırsak; bu hikayenin şöyle bir tarafı da var: hayat arada hazır gülerken yüzümüze çevirdiği "şans"ı yine çevirdi. Kardeşim, en yakın arkadaşlarımdan birinin kardeşi ile evleniyor. Şöyle düşünün müstakbel gelinle ben, kardeşimle o tatil yapmadan çok önce birlikte tatil yapmıştık (bkz: bilmem kaçıncı Kaş macerası, tepedeki ev). Demem o ki bundan daha tatlı olabilir miydi zaten işler...

Durum analizine gelince, İzmir'den baba-kuzen-dost-arkadaş doluşup üç araba gittiğimiz Denizli memleketinde her şey yolunda gitti. "Kuyumcu açılışından çalmışız gibi" ebatındaki çiçeğimiz, vicdanlı teyzelerin insafları ile az tuz atılan kahvemiz, dedelerimiz ninelerimiz, Beşiktaş - Rize maçının golleri ve çikolata tabağının ortasındaki fıstıklı çikolatalar derken her şey hop dedik oldu bitti. Bize de maşallah demek kaldı.

Ta en başta anlattığım o kırk baharatlı karışım işte bu. "Yeaa ne çok abartıyoruz bu işleri yeaa" diyen ve hatta üzerine benim diyen adama bile karmaşık şeyler hissettirmesi yani... Mutluluğu, gururu, heyecanı, endişesi, sıkıntısı, mide gazı hepsi bir arada. 32 kısım tekmili birden!

Bir de burukluğu, eksikliği... Dilimin ucuna, boğazıma, burnumun direğine kadar gelen eksikliği... Göğsümde oturan eksikliği...
Ama merak etme Anoş, senin için de sarıldım öptüm. Hadi yine iyisin...

Demem o ki, tamamına ermek dileğiyle şimdilik böyle.

Not: İkinci bir emre kadar "darısı başına artık" dilekleri ve "e artık bi Bengalli bulursun sen de kendine" tespitleri yasaklanmıştır! Rica ediyorum dua mı ediyoruz yani şimdi, ne ediyoruz bir tartalım!