6 Ocak 2009 Salı

DUA

Bütün dünyada milyonlarca insanın izlediğine, yüz binlerce insanın üzüldüğüne, binlerce insanın hakkında konuştuğuna ve yüzlerce insanın olanlar hakkında yüzlerce yazı yazdığına eminim. O yüzden benim de burada birkaç satır yazmamın bir önemi yok aslında. Bu da sadece ilgileniyormuş gibi yapmanın bir parçası. Devam edip giden hayatımızda bir saniye için durup kafamızı kaldırıp etrafa bakındığımızda, gördüklerimizden sadece biri bu yaşananlar. Küçük hayatlarımızın, küçük sorunlarını bir türlü çözemediğimiz için önemini yitirdi her şey. Güya yitirmeyenler içinse yeni bir klişemiz var artık: ne yapabiliriz ki? Bilmem. Hiç, bir şeyler yapmayı denemedim ki. Bana bu öğretilmedi. Bildiğim tek anlatma, tepki gösterme yolu, yazmak olduğu için yazıyorum şu anda da.
Biz 80 ler de doğup 90 larda büyüyen çocukların bildiği ilk büyük savaş Körfez savaşıdır. Evimizin salonunda oturmuş, ülkenin ilk özel kanalında, sabah saat 3 civarında, Amerikan uçaklarının yaptığı sortileri izledik. Bırakılan mermilerin ışıklı izlerini; mermilerin o izleri bırakarak bizim görmediğimiz, karanlıkta kalan evlere, barklara düşüşünü izledik. Sanki ikinci sınıf bir Amerikan aksiyon filmi izler gibi.
Sonra, tam da Avrupanın göbeğinde ama kelime anlamıyla tamda göbeğinde Sırpların Boşnaklara yaptıklarını izledik. Hem de tam 6 yıl boyunca. 6 yıl boyunca kadınlara ve çocuklara yapılan, hayal gücünün çok ötesinde ki o zulmü, açıklıkla ve yüzsüzlükle yapılan soykırımı ama gerçek soykırımı seyrettik. Hep beraber. Yazılı bir anayasası bile olmayacak kadar hukukun üstünlüğüne inanan İngiltere de, bin çeşit ırkı bin çeşit yolla içinde barındıran Fransa da, güya yıllar önce yaptıklarından pişman ve ders almış Almanya da, hâlihazırda zaten etliye sütlüye asla karışmayan, kendi sınırları içine körcesine kapanmış, karamsarlığından intihar oranı tavan yapmış İskandinav ülkeleri de seyretti.
Ve şimdi de tam da Ortadoğunun göbeğinde,yine bir ırkın bir ırka kıyışını seyrediyoruz. Bir zamanların en büyük medeniyetlerinin doğup yaşadığı yerlerde, üç büyük dininde kutsal saydıklarını barındıran yerlerde, güç dengesi olmaksızın, eşitliksiz bir savaşı seyrediyoruz. Hani yeni bir hikaye de değil izlediğimiz. 60. yılını dolduran bir yılan hikayesi. Ben bebeydim Arafat yeniden arttırılmış yetkileriyle FKÖ nün başına geçtiğinde ve ben çocuktum Hamas Filistin sokaklarında doğduğunda. Ben genç kız olmuştum o Hamas, seçimle iktidara geldiğinde ve genç bir kadın olmak üzereydim Arafat öldüğünde. Ben daha anne olurum, teyze olurum hatta belki nine olurum ama görmem o toprakların helas bulduğunu. Tek bir yolu var: herkesin toptan ölmesi! Çünkü başka çözüm yolu yok. Çünkü hiçbir ırkın etmediği kadar ihanet etmiştir birbirine, hiçbir ırkın dönmediği kadar sırtını dönmüştür birbirine Araplar. Üstellik bir de tüm dünyayı yönetecek güce sahip olmaları, onları inandıkları dinin en büyük günahlarından birine itmiştir: kibir.
Şimdide çıkarı olmadıkça değil altına, elini taşın üstüne bile koymayacak olan Arap milleti, Filistin’de olanları sadece kınayacaktır. Diplomatik dilde “napıyorsunuz ama ayıp oluyor arkadaşlar” demek olduğunu sandığım bu “kınama” nın eylem olarak benim gözümde zerre yeri yoktur. Şimdiden sonrada olmayacaktır ki zaten şu anda Filistin de olanları sadece kınayacak bir toplulukta hiçbir kutsal toprak için hak iddia edemez. Çünkü kutsal saydığımız o topraklar, kutsal saydığımız değerleri barındırmadıkça sadece topraktır.
Ben bunları yazarken Sezen Aksu nun Dua şarkısı çalıyor bir yandan da. Uyanır mı neslim? Uyanır mı elbet?
Ocak 2009