Olanca sesiyle "boş ver" diye bağıran bir Adele eşliğinde ne yazabilir ki insan.
Linus, Sabrina'ya bakıp "şu anda istediğim şeye bakıyorum" dediğinde ne diyebilir ki insan.
Yaş otuz ama hala ne kadar çok masala inanıyoruz. Duvarda ki saate doğru uçan tekme atmak isterken oturduğumuz yerde kalabilmemizi sağlayan ne ola ki?
İnanacak bir şeyim var mı diye düşündüm, galiba var. Onca şeye rağmen hala hayal(ini) kurabilecek kadar saf ve aptal bir kafam var. İhtiyacım olan tek şey bir beyin nakli. Şu anda saat on bir buçuk. Benim uyuyabilmeme hala en az iki saat var. Ne kadar ikna etmeye çalışsamda bünyemi, kurulmuş saat gibi. Başka bir şey istesen yapmaz. Daha fenası da var; gözümü kapadığımda gördüğüm sahneleri hiç bir yönetmen benim kadar iyi kurgulayamaz. Kurgulayan yönetmen midir bu arada? Her kimse işte... Ve her sabah gözünü açtığında, uyurken kaçışan her şeyin yeniden üşüşmesine "Allah cezanı versin" denir. Hep soğuk suyla yıka yüzünü ki ayılasın. Yoksa sadece cilt gerginliğinden değil.
Pazar sabahı yine Gergedanımla beraber uyandık. Bütün bir Cumartesi gecesini benimle geçirdi. O kadar sadık ki; nereden baksan aylardır burada. O koca gövdesi ile her yere çarpıyor. Ben yarım litre çamaşır suyu ile banyoyu ve sanki banyoyla beraber bilmem neleri temizlemeye çalışırken kapıdan beni izliyordu. Kocaman ağzını açıp esniyordu bana bakarken. O bile sıkıldı galiba. Ah keşke! Keşke sıkılsa da gitse. Bu ev ne kadar geniş olsa da o kadar değil.
Peçetenin sahibi ya da muhatabı bana peçeteyi sordu. Verdiğim cevabı ben bile anlamadım. Ama şimdi, yatak odasında ki şifonyerin üzerinde duruyor. Hala...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder