29 Nisan 2015 Çarşamba

Barika'nın kuyusu: NEPAL'İN ARDINDAN

Barika'nın kuyusu: NEPAL'İN ARDINDAN: Bendenizin korktuğu iki şey var bu hayatta: en azından bildiğim kadarıyla... biri ismi lazım değil o zıplayan, yeşil haşerat; diğeri de...

NEPAL'İN ARDINDAN



Bendenizin korktuğu iki şey var bu hayatta: en azından bildiğim kadarıyla... biri ismi lazım değil o zıplayan, yeşil haşerat; diğeri de deprem.

Bir kaç yıl içinde çok şiddetli bir deprem beklenen İstanbul'dan ayrılalı iki hafta olmuşken geçenlerde dibimizde duran Nepal'de 7,9 şiddetinde bir felaket oldu. Ha biz de Bangladeş'te sallandık. Sallanmışız... İnsan beyni tuhaf şey; istemediği şeyleri inkar edebiliyor, ondan olacak ben bir dirhem bir sallanma hissetmedim ama ofiscek hop diye dışarı çıkıverdik.

Depremden sonraki en sinir bozucu şey deprem hakkında konuşmak. Hepimiz bir sürü görüp ya da bazılarımız bir tane ama yeterince görüp geldiği için anlatacak çok şeyimiz oluyor. Konuşurken diyorum da içimden ne gerek var diye ama işte... Baksana, kaçsan da kurtulamıyorsun. Bir gerilimli fay hattından çıkıp diğerinin ortasına oturduk bile.

Bundan bir ay önce yani buraya gelmeden önce "giderim ya" diye plan yaptığım sevgili Nepal, hepi topu 30 milyon nüfuslu bir ülke. Eski bir krallık ve tüm krallıklar gibi geçmişi entrika ve katliam dolu. En son 2001'deki prensleri hem ailesinden 11 kişiyi katledip hem de en son kendisini öldürünce kraliyete olan güven(!) daha da azalmış. Zaman içinde kraliyet ve atadığı hükümetler, Maocu ekipler birbirini ve tabi halkı da yediği için sürekli bir istikrarsızlık ve iç savaş havası hakim ülkede. Şöyle ki; Kasım 96' da başlayan iç savaş 2006'da bittiğinde 13.000 kişi ölmüştü Nepal'de...

Ama Nepal'in ilgimi çeken kısmı bu hareketli(!) hayatı değil Everest ve Katmandu'ydu elbette. İşte o onlarca Budist ve Hindu tapınağına ev sahipliği yapan, Unesco'nun koruma altına aldığı Katmandu'da şimdi taş taş üstünde kalmadı... Bu kadar yakınında olunca insan bir uçağa atlayıp gitse de iki taşı yerinden kaldırsa diye düşünüyor. Nasıl gidilir, nereye gidilir, neredeki taşın ucundan tutulur diye gerçekçi sorular sormaya başlayınca ise kalakalıyorsunuz. O yüzden yine de bir şeyler yapmak isteyenler için linkte bahsi geçen kuruluşlar birer alternatif olabilir:

http://edition.cnn.com/2015/04/25/world/nepal-earthquake-how-to-help/index.html?fb_action_ids=10153009647474475&fb_action_types=og.shares

Ha bu arada, ben yine de gideceğim Nepal'e bir gün, fikrim değişmedi. Her mihrabı yıkılandan, her acı çekenden kaçsaydık; dünyada barınacak yer bulmak zor olurdu.

Not: Yine de bir sonraki gideceğim ülkeyi seçerken dikkat edip ağzımı açmasam daha iyi olur sanırım...

 

24 Nisan 2015 Cuma

Barika'nın kuyusu: TROPİK HABERLER

Barika'nın kuyusu: TROPİK HABERLER: Ve beklenen yazıya geldik gençler; "e gittin de sorması ayıp ne yapıyorsun oralarda" konulu yazımıza başlayalım: Rüzgarı...

TROPİK HABERLER





Ve beklenen yazıya geldik gençler; "e gittin de sorması ayıp ne yapıyorsun oralarda" konulu yazımıza başlayalım:

Rüzgarın ağaçları yerlere yatırabildiğini, gerçek gök gürültüsünü aslında bugüne kadar duymadığımı  ve insanı yataktan zıplatan gök gürültüsü diye bir şeyin olduğunu, beyaz şarapla da Sangria yapıldığını ve gayet de güzel olduğunu, Filipinlilerin dövme yapabildiğini, hatta elle çizerek yaptıklarını, beni de sinek ısırabildiğini öğrendiğim Bangladeş'ten herkese selamlar!

Yukarıda bahsi geçen olaylara ayrıntılı olarak gireceğiz ama şimdilik her şeyin ayrıntısına girmesem iyi olur. Beni bilirsiniz, ayrıntılarına girdiğim işlerde başımı derde sokmakta üstüme yoktur.

Memleket (ki artık burası) bıraktığım gibi. Üzerine bu yıllar içinde defalarca yazı yazdım, takip edenler bilir. Hala sıcak, tozlu, kalabalık, üstüne mevsim itibariyle yağmurlu. Ama hala beni çeken bir tarafı var çözemediğim. Onu bu kadar hızlı benimsememe, kabul etmeme neden olan bir şey var. Yıllardır vardı ki olmasa pılımı pırtımı toplayıp (gerçi hepsini toplayamadım ama) buraya taşınma kararını bu kadar hızlı veremezdim. Şimdilik kararımı sorgulamama neden olacak bir durum yok, asayiş berkemal. Maç bile izleyebiliyorum yahu, daha ne olsun!

Burada kocaman, rahat bir evimiz, bahçede maymunlarımız, ne olduğunu bilmediğim ama ötmeye başladı mı susmadığı ve inanılmaz kötü bir sesi olduğu için ümüğünü sıkmak istediğim kuşlarımız, arada tıkır tıkır ses çıkaran süleymancıklarımız, çift değil üç kişilik cibinlikli, çok seksi yataklarımız ve HBO kanalımız var.

Bunların dışında kelime öğrenmeye çalışıyorum, kendime bir yıl verdim belki konuşabilirim diye. Okuma-yazma konusunda ise umudum yok. Bizim ilkokuldayken defter kenarına süs diye çizdiğimiz şekiller gibi birbirine geçmiş, kuyruklu bir yazıları var. Hatta bazı kelimeler o kadar bitişik ki Urfa yöresinden halay ekibi gibi görünüyorlar. Latin alfabesinin gözünü seveyim!

Tropik meyve düşkünlüğüm burada gözünü doyuruyor. Ananasmış, papayaymış, muzmuş ve tabi ki mangoymuş; sürüsüne bereket. Ayrıca suyunu içmediğim meyve zıkkım da kalmadı sanırım: karpuz suyu, papaya suyu, Hindistan cevizi suyu derken mesaneyi genişletiyoruz; tövbe tövbe...

Sosyal çevre diyeceksiniz biliyorum, demeyin, gerek yok. Yok öyle değil, iyi durumdayız yani o anlamda gerek yok. Çevrenin çapı çok büyük olmasa da yeterince sosyal. Üstelik burada uluslararası rezalet çıkarma şansınız da var; neticede her ülkeden insan var elimizde! Buyrun burdan yakın.

Şimdilik böyle, ilerleyen günlerde yeniden görüşeceğiz, daha çok hikaye var ve olacak da... Esen kalın...

(Bu arada eski bir arkadaşa not -ki kendini bilir- : beyaz şarap ve beyaz leblebi bulabildiğin bir ülkede yaşanmaz mı?)