27 Ocak 2014 Pazartesi

Barika'nın kuyusu: HAZİNE HARİTASI

Barika'nın kuyusu: HAZİNE HARİTASI: "Erkekler gizemli kadınları sever" dedi bana. Tam bunu söylediği sırada benim ona annemle geçen sene yaptığımız tatilde başım...

HAZİNE HARİTASI



"Erkekler gizemli kadınları sever" dedi bana. Tam bunu söylediği sırada benim ona annemle geçen sene yaptığımız tatilde başımıza gelenleri anlatıyor olmam da çok manidardı. Yüzüne baktım. "Anladın mı ne demek istediğimi?" dedi. Anlamıştım anlamasına da bana neden söylemişti onu anlamamıştım. "Yani?" dedim azıcık sinirlenmiş bir halde. "Hani bana seni neden terk ettiğimi sormuştun ya bir kere" dedi.
Beni terk etmişti. Bundan yaklaşık dört sene önce. Kalabalık bir sokağın köşesinde, bir kestane tezgahının hemen önünde. Hava yaklaşık iki dereceydi. Hafta başında kar yağmıştı ve o gün günlerden çarşambaydı. Elimde bir edebiyat dergisinin son sayısı vardı. Onun elleri ceplerindeydi. Ellerini ceplerinden hiç çıkarmadan ve boynuna sarılmama izin vermemek için bir adım geri atarak yüzüme bakmıştı.
Dünyaya meteor düşmeden iki saat önce bir bodrumda mahsur kalan iki bilim adamı ya da bir çantanın içindeki sıvı nitrojenli bilmemneli bombanın patlamasına yirmi iki saniye kala birbirine bakan iki dedektif gibiydik. Ne yapacağını bilmeyen ve en azından karşısındakinin ne yapacağını bildiğini uman insanların bakışmasıydı.
Ama bilmiyordum. Neden sarılmama izin vermemişti ki? İki derecelik, karlı havada burnumu boynuna gömüp nefes almama neden izin vermemişti? Beni omuzlarımdan tutup karşı kaldırıma itse daha az canım yanardı.
"Yani?" dedim. O zaman da hep "yani" derdim ve hiçbir açıklamayı da beğenmezdim. Aklıma yatmazsa ikna olana kadar sorar bir de bıktırırdım. Anlaşılan o ki onu da bıktırmıştım. İşte o zaman nedenini sadece bir kere sormuştum, o da bu soruya ancak şimdi cevap veriyordu.
Dört sene sonra sen bu adamla ne konuşuyorsun peki diyenler olabilir, açıklayayım: bu şehir küçük yerdir. Nerede kiminle karşılaşacağınız belli olmaz. Sahile inen yolda köşeyi bir dönersiniz, sokaktaki ilk barın ilk masasından bir seksen boylarında, esmer, yeşil gözlü bir adam kalkıverir. Kalkmakla da kalmaz, elini uzatıp sizi kolunuzdan yakalar ve "Hiç mi değişmedin sen?" deyiverir. Değiştim. Değiştim ama her konuda değil...
Şimdi sen elini birden benim koluma atınca kalp krizi geçirmiyorum mesela. Hatta artık kimse bana kalp krizi geçirtemiyor. Bir kere çok inanıp sonra çok sert bir şekilde duvara çarpınca sadece duvarlara inanmaya başlıyorsun çünkü. Sonra şimdi senin gözlerine bakarken dilim damağım kurumuyor. Kimseye kurumuyor. Çok derine indiğin yerde birden katılaşınca her şey; sadece kuruluk kalıyor geride çünkü.
Artık ihtiyaç anında bile kıramadığım camlar var. Aşık olmaktan ölesiye korktuğum adamlar. Ya aşık olmazsam diye korkup kaçtığım adamlar. Bir de bana aşık olmaktan ölesiye korkan adamlar var ki biri de sendin. Böyle bir korkaklık görülmemiştir...
Diyecektim. Fark ettim ki yine ne kadar çok şey söylemek istiyorum ona. Diğerlerine de bu kadar çok şey söylemek istedim diye mi böyle oldu.
Sen de mi ben çok şey söyledim diye öyle oldun.
E ama ben ne zaman bir şey görsem hani senin sevdiğini bildiğim ya da dinlesem, duysam hatta yesem içsem hiç kendimde tutamaz illa sana yollardım, anlatırdım, gösterirdim, dinletirdim. Eğer yaparken yanımda olmadığın bir şeyi ben sen varmış gibi yapıyorsam; seni sonradan onun içine katar bu kez senle yapardım.
Diyecektim. Bunu da demedim. Hiçbirini demedim. Sadece gülümsedim.
"Erkekler gizemli kadınları severler. Merak etmeyi. Onlara merak edecekleri bir şey bırakmazsan onlar da uğraşmaya değecek bir şey olmadığını düşünür ve ilgilerini kaybederler. Yanisi bu."
Yani ben? "Yani sen hep" durdu, beni bir yokladı ve üzerinden dört sene geçmesinin verdiği güvenle devam etti "Yani sen hep kolaydın. Hemen gözümün önünde, hemen elimin altında. Gizlisi saklısı olmayan. Her şeyiyle ortada. Sen hep neysen oydun. Ve hep etrafımdaydın"
Demek öyle... Demek bütün nedeni bu. Demek her şeyin nedeni de buydu.
Yani diyorsun ki açma, kapat.
Görünmez ol.
Sessiz ol...
O zaman susuyorum. Ve böylece sen, senden sonrakilerin elinden inanılmaz bir dünyayı alıyorsun. Çünkü biliyorum ki hiçbir erkek görünen bir adımlık toprak parçasının bağlandığı ana karayı keşfetmeye yetecek sabra sahip değil. Sırf bu yüzden ben, onlara hep kuş bakışı bir harita gösteriyordum. Dağların, ovaların, göllerin yerlerinin belli olduğu. Şimdiyse iki parşömeni üst üste koyup ışığa tuttuğunda ancak bir kısmını görebildiğin hazine haritalarından birine dönüşmem gerekiyor öyle mi?  Var olanı saklamam, gizlemem, ortalıkta ne varsa toplamam; öyle mi?
Yahu ben... Ya da neyse... Dediğin gibi olsun...


 

21 Ocak 2014 Salı

Barika'nın kuyusu: BİZ DÖNELİM DE...

Barika'nın kuyusu: BİZ DÖNELİM DE...: Suriye'de olup bitenlere "aman ya" diyecek insan tanımıyorum. Sonuçta etrafımda ilişki kurduğum herkesin "insan&quot...

BİZ DÖNELİM DE...



Suriye'de olup bitenlere "aman ya" diyecek insan tanımıyorum. Sonuçta etrafımda ilişki kurduğum herkesin "insan" olduğuna inandığım için... Savaş suçları konusunda fikir birliğimiz her zaman var ama asla hareket birliğimiz olmadı. Çıkarlar hep ön plandaydı. Nitekim bugün de bu savaşın üzerinden rant ve oy kazanmak için elinden geleni ardına koymuyor birileri.

De benim diyeceğim bu da değil...
İlk taşı günahsız olan atsın der o hikayede hani, o hesap, "ey ahali!" demezler mi adama, "sen kendi suçlarına baktın mı ki bize geliyorsun?"
Biz kendi günahlarımızın bedelini ödedik mi de başkasının günahlarına kefil oluyoruz?
Nasıl oluyor da bu kadar iki yüzlü olabiliyor(sunuz)uz?

14'ünde gaz fişeği ile başından vurulup 7 aydır, evet tam 7 aydır uyuyan Berkin'in, Çanakkale'de yere yazı yazdı diye 6 yıl hapisle yargılanan 13 yaşındaki çocuğun (bas baya çocuk yahu!), 12'sinde evlendirip 14'ünde öldürdüğümüz Kader'in suçu bu ülkede yaşamaları mı? Onlara yapılanların suç sayılabilmesi için Suriye'ye mi taşınmaları lazım?

Arakan'a yardım diye çırpınanlara sorayım Van'da hala konteynerde yaşayan aileler onlardan daha mı refah içinde yaşıyor? Orada üşüyen çocukların canı hakikaten patlıcan mı?

Ah biz bunca iki yüzlülüğü, bunca vicdansızlığı bir de din kisvesi altında yapıyoruz ya; ne diyeyim? Merhamet denen şey bu kadar mı çıkar kavgasının arasında kalmış?

Bugün sayelerinde tüm zamanların en önemli kelimelerinin içi bir bir boşalırken şimdi de vicdan gidiyor elden, hakkaniyet gidiyor...

Ah biz ne zaman adam olduk da birilerine adam olsunlar diye atar yapıyoruz. Demezler mi sen dön de...

not: foto şu siteden alınmıştır. http://www.fotoritimdergi.com/tulin-dizdaroglu-anadolu-kadini-guncesi-10-anne-çocuklar
 

17 Ocak 2014 Cuma

Barika'nın kuyusu: ŞANSÖLYE

Barika'nın kuyusu: ŞANSÖLYE: Star Wars'ın sadece fantastik bir film olduğunu sananlar yanılıyor. Başımızdakinin Darth Vader'a benzediğini sananlar da... P...

ŞANSÖLYE



Star Wars'ın sadece fantastik bir film olduğunu sananlar yanılıyor. Başımızdakinin Darth Vader'a benzediğini sananlar da...

Palpatine nam-ı diğer Sith Lordu, serinin en kötü kişisi ama bilinen yüzü ile Galaktik Cumhuriyet'in başkanı, vakti zamanında kendisini eğiten hocasını "ben ondan iyi olurum, daha da iyisini yaparım" hevesiyle uykusunda öldürür ve Sith düzeninin başına geçer. İlerleyen zamanda eline geçirdiği öğrencilerini de karanlık tarafın en diplerine doğru çekip kelimenin tam anlamıyla kötü emellerine alet eder. Bunlardan biri de Anakin'dir.
Anakin en basit Freudyenci yaklaşımla bile bir anne sorunu ile Darth Vader'a dönüşürken, çekilişi ile altıncı, okunuşu ile üçüncü filmde bir sahnede herşeyin başının Palpatine olduğunu anlayan Jedi şövalyesi Windu; Sith Lordu'nu tutuklamak için makamına gelir. Çünkü Palpatine, güvenlik gerekçesiyle pek çok yetkiyi eline almaya başlamış aynı zamanda da galaktik anayasayı kendince değiştirmeye çalışmaktadır. Şüpheleri Anakin'in verdiği bilgiler ile de haklı çıkan Windu'nun (Samuel L. Jackson'un oynadığı karakter) tam şansölyeyi öldürmeye karar verdiği yerde Palpatine "yapmayın, çok fenayım, yapmayın, çok güçsüzüm" diye ağlamaya başlar. Bu "mağdur" edebiyatı aslında doğru şeyi yapmaya son kez bu kadar yakın olan Anakin'in aklını karıştırır. Kimin iyi kimin kötü olduğunu bir türlü ayırt edemeyen çocuk, şansölyenin de acıklı kışkırtmasıyla Windu'nun ışın kılıcını tuttuğu kolunu kesiverir. İşte tam o anda az önce büzülmüş, yalvaran "mağdur" Palpatine, karşısındaki aydınlık tarafın bir anlık zayıflığını ve denge kaybını kullanarak aslan kesilir ve Windu'yu "ölümsüz güç!" çığlıkları ile binadan aşağı atıverir. O an karanlık tarafın kazandığı ve Anakin'i de kaybettiğimiz andır...

Galaksi'nin iyiliği adına yapıyorum diye gösterek alttan alta tüm iktidarı kendinde toplamaya çalışan, bunun için kendini öne atmayıp öğrencilerini karanlık işlere atayan, sırf bir sonraki adımını garantiye almak için kendi kendini tutuklattıran, gerçek niyetini ve kimliğini gizleyen, bunlar ilk ortaya çıktığı yerde mağdur edebiyatına yatıp karşısındaki bir an tereddüt ettiğinde olanca hırsı, kini ve intikam arzusu ile saldıran şansölye bi yerlerden tanıdık gelmiş olabilir. Hatta Windu ile Palpatine arasındaki şu diyalog da:
Master Windu: Senato senin kaderine karar verecek.
İmparator Palpatine: Senato benim!

Normaldir. Ama unutmayın karanlık taraf ve aydınlık taraf arasındaki güç savaşında Jedi'lar hep kazandı, hep de kazanacak. O yüzden, "güç bizimle olsun!"

15 Ocak 2014 Çarşamba

Barika'nın kuyusu: MANİDAR YAZI

Barika'nın kuyusu: MANİDAR YAZI: Duble yollar... Ulan ne yolmuş diyesi geliyor insanın. Sanırsın dünya üzerinden gidiş-geliş ayrılmış, birden fazla şeritli tek yol bizde....

MANİDAR YAZI



Duble yollar... Ulan ne yolmuş diyesi geliyor insanın. Sanırsın dünya üzerinden gidiş-geliş ayrılmış, birden fazla şeritli tek yol bizde.

Köprüler, köprülerimiz... İstanbul, İstanbul olalı böyle talan görmedi. Bazen sırf sağa sola site yapılabilsin, iki rezidans fazladan dikilebilsin diye köprü yapıyorlar diye düşünüyorum. Hayır, suyun altından tünel geçirip "asrın projesi" ile rüştünü ispatlamaya çalışan bir belediyenin kıçı kırık standart bir köprü ile ne işi olabilir ki?
O da değilse köprü manzarasına doyumsuzluk olabilir. Elimizdeki iki köprüyü de Adana pavyonları gibi şıkır şıkır ışığa boğduk ama yetmemiş olabilir. Bildiğiniz üzere bizde "yetmez ama evet" çi camia küçümsenmeyecek kadar az. Gerçi şimdi evet dedikleri onları küçümsüyor o ayrı mesele.

Ve tabi hava alanı... Dünyada hava alanı kıskanılan tek ülkeyiz. Hem de Avrupa tarafından. Şahsen Avrupa'da pek çok hava alanı görecek kadar şansım oldu ama bu dünyada bi hava alanı kıskanacak olsam, -gördüklerim içinde- sadece Dubai hava alanı olurdu. Atatürk'le Sabiha Gökçen'i toplayın, üzerine de Adnan Menderes'i ekleyin. Bir de ortasından şelale akıp palmiye dikerseniz tamam, işte Dubai hava alanı.
Da Avrupa'nın işi gücü kalmadı, Avrupa birliği sorunları, Euro, ekonomik krizler, İzlanda'nın sıkıcılığı bitti; senin hava alanın kaldı. Zaten kendileri kullanmıyor di mi? Hiç gelmiyorlar İstanbul'a di mi? İşlerini kolaylaştıracak, tatillerini rahatlatacak hava alanı isterler mi? Kendileri de yapamıyorlar zaten hava alanı. Çin'den alıyorlarmış, yazık!

Bütün bunların zamanlaması o kadar manidar ki; kendileri manasını yitirmiş. Yoksa bakınca bu kadar manasız gelmezdi. Öyle değil mi?


 

7 Ocak 2014 Salı

Barika'nın kuyusu: KAYIP KELİMELER

Barika'nın kuyusu: KAYIP KELİMELER: Sevgili okuyucular- yazıcılar, Bildiğiniz gibi kelimeler olmadan dert anlatmamız namümkün. Son bir kaç yıldır göze çarpan bir şekilde ama...

KAYIP KELİMELER

Sevgili okuyucular- yazıcılar,

Bildiğiniz gibi kelimeler olmadan dert anlatmamız namümkün. Son bir kaç yıldır göze çarpan bir şekilde ama özellikle şu son bir kaç ayda çok hızlı olarak kelimelerimiz anlamlarını kaybediyor. TDK'nın zaman zaman bazı müdahalelerde bulunduğunu hep beraber gördük ama yeterli olmadı. Çünkü çok fazla kelimeyi kaybettik. İçleri boşalan bu kelimelere derhal müdahale edilmesinde fayda görüyorum. Benim takip edebildiğim şekilde liste şu şekildedir. Fark ettiğiniz eksikleri lütfen ekleyiniz. Bu bir okur-yazarlık görevidir.

- Adalet
- Hak
- Hukuk
- Yargı
- Kumpas
- Yetki
- Atama
- İstifa
- Savcı
- Vicdan
- Millet
- İrade
- Çoğunluk
- Mihrak
- Hayırsever
- Yardım
- Manidar
- Zamanlama



 

6 Ocak 2014 Pazartesi

Barika'nın kuyusu: SPOR AYAKKABI

Barika'nın kuyusu: SPOR AYAKKABI: Sabahın bir körü kalkıyorum (ciddiyim, saat 6 yani, boru değil!), her zamanki gibi servise binmeme sadece iki dakika varken palas pandı...

SPOR AYAKKABI



Sabahın bir körü kalkıyorum (ciddiyim, saat 6 yani, boru değil!), her zamanki gibi servise binmeme sadece iki dakika varken palas pandıras evden çıkıyorum, bir elimde laptop bir elimde çanta, bir elimle de (nasıl oluyorsa artık, düşünün) mantomu giymeye çalışırken tam kapının önünde başbakanla burun buruna geliyorum.

Yok ya, rüya (ya da kabus) değil; gerçek. Bizim sitenin hemen çıkışındaki dev reklam panolarında boy boy başbakanımızın posteri vardı. Şaka da değil, gerçek. Yeni albüm tanıtımı yapan İzzet Yıldızhan misali, takım elbisesi ile onu görünce ben de afalladım doğal olarak.

Böyle başladığımız günün ilerleyen saatlerinde sürmeyi yeni öğrendiğim eyeliner denen illeti gözüme sokarak gözümü kan bürümesine vesile oldum. E zaten hafta sonu da merdivenden düşmüştüm; yani Barika'nın tipik yaşam döngüsü işte...

Bir zamanlar bir araştırma okumuştum: insanların 3/4 ü ev kazalarında ölüyormuş. Yuh dediniz di mi, ben de demiştim ama benim dememem lazım. Geçenlerde elimde neyin olduğunu hatırlamadığım bir fişi banyodaki prize sokmadan sadece bir saniye önce ayaklarımın suyun içinde olduğunu fark ettim. Bu hafta sonu da düşme nedenim kaygan çoraplarımla ahşap merdivenlerde yol tutuşumun kötü olmasıydı. Sehpa köşelerine geçirdiğim kaval kemiğim, kapılara sıkışan parmaklarım hakkında konuşmayalım, sıkıcı. İlginç bir şey isterseniz geçen ay uçakta düştüm. Baya böyle koridor boyunca 1,60 uzandım ve kaburgamı incittim.

Bunca beceriksizliği neden anlatıyorum ki size? Yahu bunu okuyan erkekler vardır (varlar biliyorum) ve diyorlardır ki ne şapşal kız ya! Bak zaten hafta sonu da aynı masada oturduğumuz adamın benimle ilgili yorumu: "ya ne kadar eğlenceli, ne kadar tatlı bi kız bu ya" Ulan bi kere de biriniz ne hoş kadın, vay anam falan desin. Nerde... Varsa yoksa sempatik, tatlı, bici bici! Değilim lan! Valla ben artık tatlı falan değilim. 32 (yazıyla otuz iki) yaşına gelmiş kadına sempatik denir mi; ayıp. Tamam ben bazen size "yakışıklı değil ama çok sempatik" falan diyorum ama yani... Ve tamam ben pek kadınsı, kadın kadın, kadın gibi olamıyorum; biraz daha normal ve sakin kalıyorum belki ama yani... Bunu sırf yuvarlak(!) hatlarım yok diye yapıyorsanız, ağır oluyor biraz. Ya da bu kadar çok futbol konuşmayı seviyorum diye yapıyorsanız o da haksızlık. Belki de mesele zaten bu kadar çok konuşmamdır...

"Ay zekiyim diye bana böyle yapıyorsunuz" ayağına falan yatmayacağım tabi ki; hiç alakası yok (yani zekiyim tabi ama konu bu değil demek istedim). En mantıklısını çok yakın bir arkadaşım söyledi geçenlerde: "seninle tanışan erkekler önce "iyi bi insan" sonra "aa kız" diyorlar, doğrusu önce "aa kız" deyip sonra senin hakkında başka yorumlar yapmaları"
Kendisinin bunu sağlamam için de tek ve basit bir yöntem önerisi var: topuklu ayakkabı giymek. Tek düzgün yerimin bacaklarım olduğu konusunda hem fikir olduğumuz için kendisi bunu önerdi. Bu adam düşünün benim 16 yıllık arkadaşım, o da acı söylemezse kim söyler...

O zaman şöyle yapalım: bana ilk çok hoş bir kadın olduğumdan dem vuracak erkek konuşmasında hepinize benden çay! Valla lan.

Not: Bugün de spor ayakkabı giydim anne.