19 Şubat 2015 Perşembe

Barika'nın kuyusu: 5958 KM'nin SIRRI

Barika'nın kuyusu: 5958 KM'nin SIRRI: Beklenen açıklama: Bundan bir zaman önce size 5958 km lik bir yazı yazmıştım hani: http://barikaninkuyusu.blogspot.com.tr/2015/01/5958-km...

5958 KM'nin SIRRI

Beklenen açıklama:

Bundan bir zaman önce size 5958 km lik bir yazı yazmıştım hani: http://barikaninkuyusu.blogspot.com.tr/2015/01/5958-km.html

Sonra yazdınız, görünce sordunuz (bak böyle şanslı insanlar da var) ya; hah işte orası Bangladeş...

Senelerdir gelip gittiğim, size defalarca hikayeler yazdığım, anlattığım, bu işe başlayana kadar haritada yerini bile bilmezken şimdi orada yaşayan arkadaşlar edindiğim bir ülke oldu. Şimdi de yaşayacağım ülke oluyor.

Zamanlama manidar... Neden derseniz; nüfusuna kayıtlı olduğum bu ülke tarafımızca yaşanıl(a)maz hale getirilmişken;

Her günümüz bir sinir harbi, bir depresyon dalgası ile hırpalanırken,

Artık aşktır meşktir, bu topraklarda umudumuz kalmamışken (ciddiyim la!)

Son zamanların en yoğun karı yağmışken

Behzat Ç bitmiş, televizyonda izleyecek bir şey kalmamışken

İnönü Stadı (evet, oranın adı İnönü Stadı!) hala bit(e)memişken

Gideyim ben de, ne yapayım.

Tamam bütün bu numaralar bir yana, bu karar, cesaret işi diyorsunuz ya bana; değil aslında.

Bence konfor, insanın hayallerinin ya da geleceğinin en büyük düşmanıdır. Gizli düşman... Yaptığınız işin, alacağınız maaşın, gideceğiniz tatilin belli olduğu, günden güne, seneden seneye değişmediği bir hayat; evet, rahattır. Düşünmek zorunda kalmazsınız ya da hesaplamak. Ne olacağı başından bellidir. Eski Brezilya dizilerinde nasıl fakir hizmetçi kızın aslında evin zengin babasının gayri meşru çocuğu olduğu ve sonunda zengin olup diğer zengin çocukla evleneceği başından belli ise; sizin de hayatınız aşağı yukarı bellidir. O konforlu alanı yıkıp dışına çıkmadan bir halt yiyemezsiniz. Bir halt yiyemeden de bir halt olamazsınız. Ha ben bir halt mı olacağım; yok, öyle bir iddiam yok ama bakacağız işte. Belki oluruz. Belki olamayız. Denemeden bilemeyiz ki...
Sırf yeniden kendini anlatmaya üşendiği için artık rutine bağlasa da ilişki, sevgilisinden bir türlü ayrılamayanlar vardır ya hani. Dünyanın geri kalanından -ki nereden baksan 8 milyar insan- kalbini güm güm attıracak olan insan gelip geçiyordur belki ve o durdurmuyordur bile onu. O hesap.

Hani sizin de hayatınızda "lan yapsak nasıl olur" dediğiniz bir şey varsa diye diyorum, hesabı diyorum, isteyin diyorum.

Bu yaşa kadar "denemeden bilemeyiz ki bir deneyelim" diye pişmiş deniz anası yemişliğim bile varken (yemeyin, berbat bir şey) bu şansı denememek de olmazdı. Endişeler, acabalar elbette ki var; olmasa eğlenceli olmazdı. Bırakılıp gidileceklere, arkada kalacaklara bir burukluk elbette ki var, olmasa özlemek nedir unuturduk.

Demem o ki gençler (ve diğerleri), bundan bir buçuk ay kadar sonra "Bangladeş'e Yerleşen Türk Kızın Günlüğü" diye bir blog açarsam şaşırmayın ama beni taşlayın! Şaka şaka, buradan devam, kaldığımız ama bırakmadığımız yerden.








 

16 Şubat 2015 Pazartesi

Barika'nın kuyusu: KARABASAN

Barika'nın kuyusu: KARABASAN: Güzel bir hafta sonu hayalim vardı; evde ayaklarımı uzatıp battaniyenin altında Oscar adayı filmleri izleyip çay içmek gibi. Hatta altına k...

KARABASAN

Güzel bir hafta sonu hayalim vardı; evde ayaklarımı uzatıp battaniyenin altında Oscar adayı filmleri izleyip çay içmek gibi. Hatta altına kekler dizili çikolatalı puding bile yapmıştım. Ama...

İçinizin acısı yüzünden dünyanın en basit zevklerini bile kursağınızda bırakan şeye "insan olmak" denir. Hani bilmeyenler için. Hani nasıl ırkından ve dininden önce neysen, cinsiyetinden de önce olduğun şey. Ondan ötürüdür ki önce bir insanın bir insana bunu nasıl yaptığı sorusuyla geçirirsin o hafta sonunu. Sonra bir alt basamağa inersin.

Bir "dinci" gazetenin dangoz yazarının sadece kendi eşrafına yaranmak için kurduğu iğrenç cümledeki tek doğru taraf; bunun sadece bizim ülkemize özgü bir durum olmadığı. İnsanlığın yaradılışından itibaren süregelen ve gelişen ve ne yazık ki ve en acısı yer yer kadınlar tarafından da desteklenen "kadın konumlandırması" nedeniyle buradayız. Burada; bir dere yatağında yatan, bir güzelce kızın cesedinin başında...

Bizim ülkemize özgü olarak da, tüm bu konumlandırmaların ve hatta var olan derin cehaletin yetmediğine inanmışız gibi bir de kadınla erkeğin bir arada olduğu her alanı daraltmaya çalışıyoruz. Birlikte okumalarının, oturmalarının, konuşmalarının, gülmelerinin, yaşamalarının, birlikte olmalarının "anormal" olduğunu bağırıyoruz. Sonra ne mi oluyor? İnanıyorlar! Bir kadının, bir erkekle aynı ortamda olmasının anormal olduğuna, daha fenası o kadının anormal olduğuna inanıyorlar. Sokakların, caddelerin, şehirlerin, mekanların kendilerine ait olduğuna inanıyorlar. Ama değil. Ne cehaleti belinden aşağı inmiş adamların, ne de onların paçalarından tutan gaddar kadınların; bu sokaklar, bu caddeler bizim!

Kendinizi kötü, yanlış hissettirmelerine izin vermeyin. Yanlış olanın ne olduğunu biliyoruz. Giydikleriniz, söyledikleriniz, gittiğiniz yerler, saatler, kişiler için sizi yargılamalarına izin vermeyin. Ne olursa olsun siz hatalı çıkacaksınız diye sizi korkutmalarına, korkutup sindirmelerine izin vermeyin. Sinmeyin!

Sadece kendi etrafımdaki üç metre karelik alana sığan bir kaç kadın bile yüzde yüz oranla taciz hikayelerinden bahsederken; bu, bizden kilometrelerce ötede bir varlıkmış gibi davranmaya gerek yok. Hepimiz bu işin içindeyiz. Boğazımıza kadar battık. Çıkışımız da ancak beraber olacak.

Erkeklik taslamanıza, erkek olarak bizi kendinizden korumak için önlemler uydurmanıza değil; birbirimizi birbirimizden korumak zorunda olmadığımız normalliğe ihtiyacımız var. O yüzden tecritten başka bir şey olmayan "ayrı toplu taşıma araçları" projeleri gibi günü kurtarıp asıl sorunu -hala- yok sayan icatlar çıkarmayın!

Biz kadınlar da iki yüzlülüklerimizden sıyrılalım. Kadını ilk yargılayan hep bir kadındır. Birbirimizin kıyafetlerini, yürüyüşlerini, konuşmalarını, söylediklerini dideler dururuz. Tatlı tatlı atışmalardan bahsetmiyorum; yargılamalardan, ayıplamalardan, "cık cık" nidalarından bahsediyorum. İçinizdeki "pencere önünde oturmuş etrafı kolaçan eden mahalle arası teyzesi" ni yok edin diyorum. Tek bir kadın bile, başka bir kadın için "e ama o da" diye başlayan bir cümle kuruyorsa; o dava kaybedilmiş bir davadır.

Kendini bir anda "kadın koruması" ilan edenlere prim vermeyin. Onlar hala kadını "korunacak bir varlık"; erkekleri de "dinginlenemez sapkınlar" olarak ilan etmekten başka bir işe yaramıyorlar. Günlük hayatta kimse, sırf birilerinden korunmak için yerini ya da işini ya da yolunu ya da bindiği aracı değiştirmek zorunda değil! Olmamalı. Zaten, hikaye bu.

Ve artık idamdan konuşmayın çünkü can acısıyla atılan bu idam çığlıklarını, salyaları akarak bekleyenler var. Ve o bekleyenler sanmayın ki adalet için bekliyorlar. İran'da kendi tecavüzcüsünü öldürdüğü için asılan 26 yaşındaki Reyhani Cabbari'yi unutmayın. Ve sanmayın ki cana karşı can alarak adalet sağlıyorsunuz. Bu bir çırpıda verebileceğiniz kadar basit bir karar değil, acınıza aldanmayın.

Karabasan gibi günler bunlar, evet. Pek çok kadın için de sakladıkları sandıkları dürtüyor. Ama bassın, dürtsün, bu sayede birilerini silkelesin; silkelesin çünkü düşen her çürük meyve kardır bu hayatta...



 

2 Şubat 2015 Pazartesi

Barika'nın kuyusu: CAM GÜZELİ

Barika'nın kuyusu: CAM GÜZELİ: Cumartesi, sabaha karşı 3... Beni bulduklarında üzerimde hiçbir şey yokmuş. Ne bir çanta, ne bir cüzdan, ne de kimliğimi gösterebilecek b...

CAM GÜZELİ

Cumartesi, sabaha karşı 3...

Beni bulduklarında üzerimde hiçbir şey yokmuş. Ne bir çanta, ne bir cüzdan, ne de kimliğimi gösterebilecek başka herhangi bir şey. Bu kimlik sorununu uyandığımda bana sorduklarında da benim söyleyecek bir şeyim yoktu.

Cumartesi, akşam üzeri 5...

Beni arayıp "benimle bir yemek yer misin" dediğinde elimde paspas, mutfağın yerlerini siliyordum. Akşam akşam ne yer silmesi derseniz sıkıntıdan derim. En yakın arkadaşım sevgilisi ile program yapmıştı ve ben bir cumartesi gecesini daha bir çiftin yanındaki fasulye olarak geçirmeyecektim. Madem öyle temizlik yaparak geçirirdim. Tabi o beni aramasaydı. Ki o beni genelde aramazdı. Ben onu arardım. O zamanlarda da canı isterse bana cevap verirdi. Ama bunu bu hale ben getirmiştim. Bütün ilişkilerin başlangıç kuralı: ilk arayan; hep arar.
Sabırsızlığım bir yana, dayanıksızlığım da var. Erkeklere değil, onun gibi erkeklere. Çocukluğumdan beri, benden uzak duranın peşinde düştüm hep. Çıkılması en zor ağacın, üzerinden atlanması en zor kayanın, sınıftaki en sessiz çocuğun. Sonraki yıllarda büyüyüp koca kadın olurken de hep benden en uzak olan adamın peşinden koştum. En kibirlisinin, en soğuk duranının, en az konuşanının... O da bunların hepsiydi. Benim ideal erkeğim gibiydi. Üstelik sakalı da vardı.
Paspası bırakıp banyo yapmam, çekmecenin önünde durup hangi siyah çamaşırı giyeceğime karar vermemeden daha kısa sürdü. Dantelli mi, saten mi, ince mi, kalın mı...

Cumartesi, akşam 7...

"Seni 7'de alırım" cümlesindeki 7'de kapımın önündeydi. Beyaz, kendi türünün son modeli arabası yeni yıkanmış olacak ki parlıyordu. Gerçi o akşam yağmur bekleniyordu ama bunu ona söylesem "bir daha yıkanır o zaman" derdi. Siyah takımı ve beyaz arabası ile bana hayatımı özetler gibiydi. İyi ve kötü... Gri renge inanmayan bir kadın için net resimlerdi bunlar. O yüzden sanırım hep bir şeyleri netleştirmeye çalışıyordum. Ve bu bir tek onda işe yaramıyordu sanki. Bana asla gerçek bir cümle kurmuyordu.
Balkondaki masa; biz gelene kadar tutulmuş, biz gelince donanmış, bizimle beraber bir dolup bir boşalmaya başlamıştı. Şişeler, bardaklar, tabaklar, kadehler, servisler hepsi, biz oturduğumuz andan itibaren hareket etmeye başlamıştı. Kadehimi hiç boş görmedim, onun kadehini hiç görmedim. Ama kim ne zaman ne dolduruyor, onu da göremedim. Sadece hep parladıklarını hatırlıyorum, hep ışıldadıklarını.
Alkol en büyük katalizördür. Eylemleri birbirine bağlayıp denklemi çözebilmek için. De her denklemin sonucu iyi bir şey çıkacak diye bir şey yok. Tarih, işe yaramamış teorilerle dolu.

Cumartesi, gece yarısı 12...

Külkedisi masalının en güzel yeri, her şeyin gece yarısı olduğunda balkabağına dönüşeceğini bilmenin verdiği gerilim. O Külkedisi olacak saf, prensin kollarında huşu ile dans ederken biz masalı okuyanlar gerim gerim geriliriz. Ya saati unutur da yakışıklı prensin kollarında paçavraya dönüşürse?
Modern zamanlarda o "kadından anlayan erkek yazar" ların iddia ettiği gibi modern masallar yok. Evet belki aramızda hala Külkedisi gibi aptallık sınırında saf kızlar var ama prensler yok. Ya da herkes masalın sonunda evine dönecek diye bir şey de yok.
"Kahve içelim" dediğimde gülümsedi. "Başın mı döndü?" derken masanın üzerinden elimi tutuyordu. "Sanırım, biraz yani..." diye mırıldandım. Güçsüz ya da muhtaç görünmemek üzerine aldığım onlarca yıllık eğitim ve uygulama sonucu oluşan bilinç, sendelediğinde bile dans eder gibi görünmeyi sağlamıştı. Elimi tutmayan diğer elini havaya kaldırıp parmağını şıklattı. Kahve beklerken, yuvarlak bir sürahide gelen kırmızı içeceği görünce alt dudağımı ısırdım. Dayanmak lazımdı, neticede Külkedisi değildik ya.

Cumartesi, sabaha karşı 3...

Birisinin beyninizdeki bütün ışıkları söndürdüğünü düşünün. Bütün hücrelerin mitokondrilerini aldıklarını. Sizi karanlık bir boşlukta yer çekimsiz ortama bıraktıklarını düşünün. Tam bir boşluk hissi ile. İşte onun gibi bir şeyin içinden uyandım bu odaya. Beyaz gömlekli ya da önlüklü, emin değilim, sarı saçlarını arkasından toplamış pembe rujlu bir kadın bana adımı sordu; söyledim. Tarihi sordu ki bu çok anlamsız bir soruydu. Tarih... Ay ve gün mü yani. Zordu, çok zordu. Düşünmek için elimle saçımı karıştırırken saniyelik bir acı duydum. Elimi çektim, kanıyordu. Kanayan başım mı elim mi anlamadım. Tekrar saçıma soktum elimi ve sebebi buldum; bir kenarı diğer iki kenarından fazlaca uzun, tuhaf üçgenlikte bir cam parçası. Cam parçasını elimde evirip çevirdikten sonra başucumda duran komodinin üzerine, diğerlerinin yanına koydum. Eteğimin kıvrımlarından, ceplerimden çıkanların yanına. Bir cam deryasında yüzmüş olmalıydım; içimden, kıyafetlerimden çıkan bu kadar camın başka bir açıklaması olamazdı.
Pembe rujlu kadın tekrar geldi, elinde küçük plastik bir bardakta kırmızı bir sıvı vardı. Neden bilmem inanılmaz bir mide bulantısı ile öğürdüm onu görünce. Anlamsız bir ifade ile yüzüme baktı. "İyi misiniz?" dedi. Cevabını bilmediğim sorular sormakta iyisiniz demek istedim ama onun yerine çarşafa kustum. Kusmuğumun tam ortasına ağzımdan bir cam parçası düştü.

31 Ocak Cumartesi, sabaha karşı saat 2,30 sularında ambulansla hastanemize getirilen B.K., yapılan ilk muayene sonrası ağır kafa travması teşhisiyle hastanemize yatırılmıştır. Kendisine sorulan sorulara yanıt veremeyen hastaya, durumunu düzenlemek için ilaç verilmek istenmiş ama hasta ilaç tedavisini reddetmiştir. 01 Şubat Pazar günü sabah 10 sularında aniden fenalaşan ve sürekli kusmaya başlayan hasta, ameliyata alınmış; yapılan operasyonda midesinin içinden toplamda elli grama denk gelecek şekilde küçük cam parçaları çıkarılmıştır. Hastanın bu cisimleri nasıl yuttuğuna dair bir nedene ulaşılamamış, kendisinden de travma nedeniyle bir cevap alınamamıştır. Hastayı getiren ambulans görevlileri, kendilerine gelen isimsiz bir ihbar telefonu ile hastayı Sarıyer istikametinde, sahil kenarında beyaz bir araba içinde bulduklarını; arabada başka kimse olmadığını, arabanın bütün camlarının ise sağlam olduğunu bildirmişlerdir. Hasta, herhangi bir yakını kendisine ulaşana kadar hastanemizin psikiyatri koğuşunda tutulacaktır.