23 Şubat 2016 Salı

Barika'nın kuyusu: SİNEK KARDEŞİM

Barika'nın kuyusu: SİNEK KARDEŞİM: Tropik iklime sahip ülkelerde yaşamanın bir artısı da bu iklime ait hayvanlarla cebelleşmektir. Artısı dedim evet, bağışıklık denen şe...

SİNEK KARDEŞİM




Tropik iklime sahip ülkelerde yaşamanın bir artısı da bu iklime ait hayvanlarla cebelleşmektir. Artısı dedim evet, bağışıklık denen şey nasıl kazanılıyor sanıyorsunuz?!

Siz öyle aman üzerime sinek konmasın, aman yemeğime toz değmesin, aman gözüme çöp batmasın derken biz yere düşen karpuzu üfleyip yiyorduk. Öyle ıygghsh diyorsuuzn ama günün sonunda minnacık bir mikropla baş edemeyen siz oluyorsunuz. Kendi kendinizi merhum Michael Jackson'un çocuklarını yetiştirdiği steril alanlara hapsetmeyin ki vücudunuz dünya ile barışsın. Çocuğunuza da yapmayın. O çocuklar sonra üflesen zatürre oluyor. Beni de beş yaşıma kadar cam bebek gibi yetiştirmişler ama sonra ben kendimi o kadar bozmuşum ki; şimdi sokağa bıraksan bile belli bir dayanma sürem var.

İşte benim bu hali hazırda dünyayla barışık vücudum için tropik cins hayvanlar yeni bir aşama oluyor. Korkmayın bir maymun ya da bir yılan tarafından saldırıya uğramadım; henüz...
Geçen akşam oturduğum yerde iki dizimin birden -ama sadece dizlerimin- istilaya uğrayıp isilik döker gibi kızardığını görünce dedim ki bu sivrisinek hayvanları hakikaten tuhaf.
Behey sinek kardeşim! Madem o elbisenin altından o bacağa ulaştın, homojen çalış biraz, eşitlikçi ol, adaletli ol. Allah bir metre bacak vermiş (söylemesi ayıp biraz uzundur da bacaklarım) ne diye o kemikli dize yığıldın kaldın? Şimdi çıplak bacak bakınca dizlerim kızamık çıkarmış gibi duruyor.

Ama burada sinek cins cins. Mesela bir de ısırdığı yer kabarıp bir hafta inmeyen cinsi var. Böyle parmağını bastırmışsın da izi kalmış gibi kırmızı bir yuvarlak oluşuyor, daha da kalkmıyor yerinden. Ben ki sinek ısırmaması ile övünürüm -meşhur Yunanistan tatilimiz hariç, sayın @obsesifmakinist hatırlar bileğimde çıkan su torbasını- beni bile yiyor bunlar. Düşünün ne kadar açlar!

Bir de tembeller. Valla... Bazıları etrafta o kadar yavaş uçuyor ki resmen "öldür beni!" diye bağırıyor. Ya depresyondalar ya da mazoşistler. Bilemedim.... O yüzden burada elinde elektrikli raketlerle (yok tam anladığınız gibi, tenis raketi düşünün ama tellerinin içinde hafif bir elektrik akımı var- sinek avlayan ve her cızırtıda mutlu olan insanlar görünce yadırgamayın. İçlerinde bir sadist -tamam aletin tasvirinde bakınca biraz sadistçe ama-  yatmıyor, sadece kendilerini savunuyorlar, korkmayın.

Kan grubu ile ilgili olduğuna dair rivayetlerle ilgili de bir çift lafım var: bu memlekette tanıdığım insanların hepsinin kan grubu farklı ve hepsi ısırılıyor. Yani tahtadan rivayet uydurmayın.

Neyse hep deniz-kum-güneş anlatacak değiliz ya, bu şekil durumlar da var, bilin istedim.
Esen kalın.

Not: Resim, çocukluğumuzun en iğrenç filmlerinden biri olan Sinek (Fly) filminden, hadi iyi kabuslar.

12 Şubat 2016 Cuma

ASYA'DAN BİR PARÇA DAHA...


Bir Asya gezisinden daha hepinize merhaba!

Nüfusunun neredeyse %90 ı Müslüman olan Bangladeş, Noel'de resmi tatil yapınca  (bu arada aşırı hoşgörülü Türkiye'de Noel Baba kovalıyorlardı sanırım) ve bu da hafta sonuna doğru denk gelince elimizde yoktan bir dört günlük tatil oldu. Bunu değerlendirmek için -üç kişi planlayıp tek kişi gittiğim- Tayland’ın bir takım adaları, bir takım hava alanları ve bir takım iskeleleri arasında geçen tatilden neler öğrendim, sizinle paylaşayım dedim. 

Yeni maceramız önce Bangkok’a sonra Koh Samui adasına uçarak, oradan da tekneyle Koh Phangan’a  geçerek (bitmiyor arkadaş!) başladı.

Bir önceki gezide denize, tropik manzaralara ve doğaya doymamış olsam bir şey ifade edebilecekken bu nedenle çok da edemeyen denizi (iki günde müşkülpesent oldum yahu), bitmeyen dalgaları (şans işte),  uçsuz bucaksız palmiye ağaçları, filleri, maymunları, tuhaf yemekleri (bana bile tuhaf) ve ne olduğu belirsiz kalabalığı ile beni karşılayan Koh Phangan, Tayland’ın Bangkok’a 744 km uzaklıkta, normal nüfusu 11.000 civarında, anormal nüfusu ölçülemeyen popüler adalardan biri.
 
Backpacker denen şu sırtında dünyayı taşıyan evsiz kılıklı (bakmayın öyle dediğime seviyorum kerataları, çok eğlenceliler) turist güruhunun mabedlerinden olan ada hayli eğlenceli. O kadar ki bir ayın her gecesi için ayrı ayrı parti bahaneleri yaratmışlar: Full Moon, Half Moon, Jungle, Water Fall, falan filan… Hazır oradayken adına Full Moon Party dedikleri, “madem dolunay çıkmış, vücudumuzu neon boyalarla boyayıp, deli gibi içip dağıtalım” konseptli partiye ben de iştirak etme mutluluğuna kavuştum.  Ama sanırım parti de bana iştirak etti…  Zaten adada yalnız kalmanız mümkün değil. Dünyanın her yerinden, tüm kıtalarından gelen insanlarla kaynaşmanız için bir yerde on dakikadan fazla durmanız yeterli. Sohbeti en kolay olanlar (onlar için beş dakika yeterli) Avustralyalılar, İngilizler (ciddiyim) ve İrlandalılar sanırım. Anlaşması en zor olanlarsa İskoçlar; kişiliklerinden değil, aksanlarından…
Bunun dışında da şeyler var tabi, mesela:
 
-          Adanın her yerinde köpekler var, çoğu da cins ve güzel köpekler.  Bu arada Koh Phangan’da bir hayvan koruma programı da yürütülüyor. Meraklısı için: https://www.facebook.com/PhanganAnimalCare
 
-          Yerel yemekleri “değişik”. Her şeyi yiyen beni bile zorlayan ünlü bir papaya salataları var: Som Tam. Rendelenmiş papaya, domates, sarımsak ve acı biberle yapılıyor. Damağı benden daha geniş olanlara tavsiye ederim. Bir de Hindistan cevizi sütüyle pişirilmiş tavuk çorbası denedim, o fena değil. Macera istemeyenler direk noodle falan da yiyebilir tabi.
 
-          Yerel biraları Chang gayet güzel. Bu arada  not: içki arkadaşı olarak İskoç, İrlandalı ya da İngiliz seçmeyeceksin, seçtiysen de onlara ayak uydurmaya çalışmayacaksın, sen insansın onlar değil, bırak. Adamlar kazana düşmüş, net! Ha bir de dünyanın en yakışıklı erkekleri dünyanın dibinden yani Avustralya’dan geliyor, net!
 
-      Ne kadar farklı ülkelerde yaşasak da yaşadıklarımız o kadar aynı ki, şaşırmamak elde değil. İkinci günün sabahı kolumda kocaman bir yılbaşı ağacı resmi çizili olduğu halde (uzun ve bulanık bir hikaye) kahvaltı yaparken tanıştığım Ukraynalı Paola bana ülkesinde olanları anlattığında bunu daha iyi anladım. Hatta lafın bir yerinde "aslında halk da neler olduğunu tam bilmiyor çünkü televizonlar ve gazeteler asla gerçek haberleri vermiyor" dedi; ben kopmuşum.

      Filleri ne kadar sevdiğimi bir daha hatırladım. O kadar tatlı hayvanlar ki kucaklamak istiyor insan! Ama cüsse farkımız nedeniyle kendisine muz yedirmekle yetinmek zorunda kaldım. Bu arada benim gibi saf, ilk defa Asya gören turistler için "file binmek" etkinliği çok çekici olabiliyor (ben de bindim, yalan değil) ama sonrasında okuduklarım ve öğrendiklerim -aslında şaşırtıcı da değil- bunun zavallı hayvancıklara eziyetten öteye gitmediğini gösterdi. Giderseniz aklınızda olsun, o kocaman şirin hayvanlara binmeyin. Böylece bunun üzerinden para kazanma meselesi zamanla azalarak yok olur belki....
    
  
 
-         Şelale göreceğiz diye 5000 metre tırmanıp Kernek suyu  (bkz: Malatya) kadar bir şey görmek biraz hayal kırıklığı oldu. Tropik adalarda şelale konularını iyi araştırmak lazım.
     
      Anladım ki dünyada ben hariç herkes motor kullanabiliyormuş ya da adaya motor kullanmayı bilmeyeni almıyorlarmış çünkü adada yürüyerek dolaşan bir ben vardım.

-          Hem kadınlarının hem erkeklerinin askerlik yaptığı Israil, adanın Haad Rin kısmını (burası aynı zamanda adanın en hareketli kısmı. Partiler, barlar, falan filan her şey bu tarafta) işgal etmiş. Askerliğini yeni bitirmiş ne kadar genç İsrailli varsa buraya kaçıyor. Bu askerlik sonrası bir takım sendromlar nedeniyle sizin de onlardan kaçmanız gerekebiliyor.
 
-          Kovayla içki içmek nasıl deyim olmaktan çıkıp gerçek olabilir onu da görmüş olduk. Ananem hep “Allah iyi insanlarla karşılatırsın” diye dua eder, çok değerli bir duaymış onu öğrendim. Bu dua tutmamış olsa böbreği adada bırakabilirdik.

        Koh Phangan ‘ın güneyindeki 2 günden sonra pılımı pırtımı toplayıp kuzeyine geçtim. Ada küçük sanmakla hata etmişim, kuzeyine gitmek taksiyle yarım saatten fazla sürdü.Adanın kuzey tarafı olan Thong Nai Pan güneyine göre daha sakin. Denize –ki yine dalgalıydı- girebileceğiniz bir sahili, birkaç güzel resort oteli, restoran ve barların dizli olduğu küçük bir köy meydanı kadar bir meydanı var. Burada tarihin en yavaş Meksika restoranında bir saat bekleyip on beş dakikada yediğim yemekten sonra gittiğim bir Reggae barda kendime ufak bir Birleşmiş Milletler masası kurdum. Güney Afrika, Finlandiya (uzun saçları rastalı bir amca, 15 senedir Tayland’a bu adaya geliyormuş), Almanya, Hollanda (bir saat sonra tüm masaya içki ısmarlayan tatlı bir amca bu da), İsrail (bahsi geçen asker çıkışlılardan 22 yaşında bir velet), Tayland (barın işletmecisi ve yardımcısı kadın, inanılmaz bir espri yetenekleri vardı, tüm masayı kırıp geçirdiler).  Bu sahil, Koh Phangan’daki son duraktı. Dönüş uçağı sabahın köründe olduğu ve ben Koh Samui’deki hava alanına zamanında gidemeyeceğim için ertesi sabah Koh Phangan’dan çıkıp tekneyle Koh Samui’ye döndüm. Zaten biraz daha dönmesem te yukarıda bahsi geçen keratalardan biri olacaktım…
 
Koh Samui, Koh Phangan'a göre daha kalabalık, daha hareketli ve daha karışık. Nedense benim içim çok ısınmadı bu adaya. Mecburi bir günlük ziyaret için internetten şans eseri bulduğum otel, en az para verdiğim ama kaldığım en düzgün otellerden biri oldu. Tabi ilk girdiğimde masada beni karşılayan böcek ölüsü ve cenazeyi kaldırmaya gelen arkadaşlarını temizlettirdikten sonra...
Adanın sahili benim gördüğüm diğer adalara göre çok daha kalabalıktı. Mekanlar, insanlar, seyyar satıcılar, mısırcılar vs derken insanın kafası dönüyor. Deniz -yine- dalgalı olduğu için sahilde çok fazla oyalanmam gerekmedi. Ben de onun yerine sokaklarında yürümeyi seçtim. Ki yürümek, Bangladeş'te yaşarken en çok özlediğim şeylerden biri oluyor.
 
Akşam üstü gün batımını izlemek için çıktığım otelin çatısındaki havuzda orayı işleten Avustralyalı Stuart amca ile tanıştık. O da sekiz ay önce arkadaşı "gel" deyince atlayıp Avustralya'dan buraya gelmiş, otelin barını ve havuzunu işletme işini almış. Tek başıma kalmayayım diye akşam yemeğini benimle yiyip sonra benimle Jenga oynayacak kadar nazik bir adamdı.

Gece sahilde dizili her mekan kendi plaj partisini yaptığı için baya hareketli. Sadece sahil değil, iç taraflarda da o kadar çok mekan var ki; ada mekanlardan oluşmuş gibi! Yani eğlenmek ya da içmek konusunda sıkıntı çekmezsiniz, rahat olun. Ben geceyi ertesi günkü uçuş için erken bitirmek zorunda kaldım ama önlerindeki koca şişeyi benimle paylaşan ve sonra kendilerinden ayrıldığım arkadaşların sabaha kadar devam ettiğine eminim...
 
Sabahın köründe dünyanın en sevimli ve minik hava alanlarından biri olduğunu tahmin ettiğim Koh Samui hava alanından Bangkok'a uçtuktan sonra önümde bir sonraki uçuş için neredeyse 8 saat vardı. Ve Star Wars gösterime girmişti...
Ya ne yapacaktım, tabi ki şehre gidecektim! Sırt çantasını hava alanındaki bagaj odasına emanet edip trene bindim ve yaklaşık yarım saat sonra Bangkok!

Bulduğum ilk AVM ye dalıp sinemayı sordum. Bu arada Bangkok'da her metropol gibi bir AVM cenneti sanırım. Girdiğim sinemada seansın başlamasına 15 dakika vardı. Bileti alıp koşarak içeri girdikten sonrası deri koltuklar, dev ekran ve battaniyelerle muhteşem bir 3 saat (böyle anlatınca bir fantezi odasına girmişim gibi oldu ama inanın sinemadan kaynaklı). Star Wars konusuna burada girmeyeyim zira konuşmaya başlayınca susmuyorum.

Kısıtlı zaman nedeniyle Bangkok'da bir yeri görme ya da gezme şansım olmadı. Sadece hava alanına dönmeden önce daha önce  internette gördüğüm şu kedili kafeyi bulmaya karar verdim. Şansıma sinemanın olduğu AVM'den çok uzakta olmadığı için yürüyerek yarım saatte falan vardım.
Bahsi geçen kafenin adı: Purr Cat Cafe. İçeriye ayakkabılarınızı çıkarıp giriyorsunuz. Size bir çift terlik veriyorlar, sonra ellerinizi yıkıyorsunuz. Yemek yenen kısma geçmeden önce sipariş vermeniz lazım. Menüsü daha çok tatlı ve içecek üzerine, fiyatları da konsept bir mekan olduğu için gereksiz derecede yüksek. Ama evet, kediler çok güzel... İçeride neredeyse 20 ye yakın kedi var. Çoğu özel, cins kediler. Yerlerde, masalarda, sandalyelerde oturuyorlar. Kedileri sevebilirsiniz ama kucağınıza almanız yasak. Onlar kafalarına göre etrafta geziniyorlar. Kah gelip ayaklarınızın dibine oturuyorlar, kah masanıza atlıyorlar, ya da salınarak yanınızdan geçiveriyorlar... Mamalarının ve sularının durduğu özel bir alanları var. Etrafta da küçük oyun parkları. Kedileri sevenler için cennet gibi bir yer.
Bangkok ile ilgili kısıtlı zamana sığdırabildiğim ancak bu oldu. Şehirde görülecek bir çok şey var aslında ama onun zamanı ayrı.

Bir Asya turumuzun daha sonuna geldik. Yapımda ve yayında emeği geçenlere, iştirak edemeseler de vesile olanlara teşekkür ederim, esen kalın.

(Daha fazla fotoğraf için instagram adresi: elvan_tuncer)

Bir önceki Asya turunu kaçıranlar için:

http://barikaninkuyusu.blogspot.com.tr/2015/10/barika-asyada-bolum-1.html
http://barikaninkuyusu.blogspot.com.tr/2015/10/barika-asyada-bolum-2.html
http://barikaninkuyusu.blogspot.com.tr/2015/10/barika-asyada-bolum-3-final.html