13 Mayıs 2012 Pazar

DÖRT YILLIK İTİRAF

Sevgili Blog

Biz senle neler gördük... Ben sana neler anlattım. Nasıl aşık olduğumu, nasıl aşık olduğumu sandığımı, canımın nasıl yandığını, nasıl istenmediğimi, nasıl istediğimi, nereleri gezdiğimi, neler yediğimi, neler içtiğimi, hayatıma girenleri, hayatımdan çıkanları, yorgunluklarımı, arsızlıklarımı, ve yanında binlerce ıvır zıvırı. Tek bir şeyi anlatmadım sana. Bu hayatta hakkında en az konuştuğumu, tek konuşamadığımı anlatmadım. Yazamadım. Yazıyorum, hazır mısın?
Bundan dört yıl önce yine bir Mayıs'tı. Bu Mayısların benim ağzımı burnumu kırmaya başlaması da bu tarihe dayanır. Ofisin koridorunda elimde telefon, telefonun ucunda o zaman ve devamında bir iki yıl daha hayatımın merkezi olan "çakma Fransız", ağlıyorum. Sadece ağlıyorum. O kadar.
Kendi kendimi ikna etmem, kendi kendime cümle içinde kullanabilmem, kendi kendime olanları kabul edebilmem aylarımı aldı. Aylarımı ve psikologun bir kaç seansını.
Herkesin bir kabullenişi vardır. Benim ki elimden geldiğince sessiz olsun istedim. Ben konuşmazsam soru da sormazlar dedim. İstemedim. Kimse bana sorsun istedim. Verecek cevabım yoktu çoğu zaman. Ben asla kendime de sormadım. Bu hikaye ile ilgili sadece iki adamın yanında ağladım bu hayatta. Biri, o telefonda haberi aldığımda ilk aradığım çakma Fransız, artık hayatımda değil. Diğeri, bir bahar akşamı terasta, yanyana iki koltukta otururken ağlayarak anlattığım adamsa hayatımda mı, bilmiyorum. Ki öteki yıllar sonra gittiğinde, o mengene beni her sıktığında nefes almamı sağlayan oydu. Her neyse...

Uzakta olmanın, yanında olamamanın, taşınan yükün, çekilen ağrıların, vicdan muhasebelerinin, sözlerin, cümlelerin, telefon konuşmalarının, dökülen saçların, içilen ilaçların, otobüs yolculuklarının, hava alanlarının, otogarların, ahşap masanın, eski evin balkonunun, mutfakta kapı arkasının, terasın, kafamı yaslayamadığım omuzların, yasladığım omuzların, eski fotoğrafların, aniden toplanan valizlerin, verilen sonra bozulan kararların, o kararların ağırlığının, testlerin, MR ların, filmlerin sonuçlarının, her bekleyişin, her bekleyişin sonunun, kemiklerin, omurların, eklemlerin, damarların, yanıkların, yaraların, hepsinin ama hepsinin yeri var bende.
Sen benim tanıdığım en güçlü kadınlardan birisin Anne. Dört yıl önce geldi oturdu ortamıza hastalığın. Ve sen, benim senden asla beklemediğim, asla beklemeyeceğim kadar soğukkanlılıkla misafir ettin onu. O kadar ki ben ancak şimdi senin kadar kabullenebildim. Sen ta ilk günden onunla yaşamayı öğrendin. Canın yandığında da, ağrılarında ya da yaralarında bile sakin kaldın. O kadar ki şimdi arada bir isyan ettiğinde bize tuhaf geliyor.
Sen benim tanıdığım en güzel hastalardan birisin Anne. Sen ilk günden barıştın onunla. Bense ancak aşabildim dargınlığımı. Eski fotoğraflara bakamazdı #ezikböcek eskiden, o bile alıştı.
Önce sen kabul ettin, sonra biz. Ve ben dört yıl sonra ilk defa yazıyorum: benim annem kanser hastası. Etrafımda ki onlarca, yüzlerce kanser hastası gibi. Onun, onlardan tek bir farkı var: o, benim annem.

Anneler Günün kutlu olsun Annem. Hep böyle ayakta ve sağlıkla Patatesim. Ver bakayım ordan bana bir gıdı.

2 yorum:

  1. Anneciğinin anneciğimin ve tüm annelerin anneler gunü kutlu olsun Barikam.. Sanirim onlar bu kadar Guclu olmasalardi biz boyle olmazdık. Allah anneciğine uzuuun sağlıklı ömürler versin.. Yarın donuyorum. Unutturma Kocaman opucem seni...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. olsun canım, hepsinin de kutlu olsun. sen gel ben de seni öpiyim ehehuehu :))

      Sil