28 Kasım 2013 Perşembe

Barika'nın kuyusu: FESLEĞEN

Barika'nın kuyusu: FESLEĞEN: Belki sen hatırlamazsın ama ben unutmadım. O evin bir arka kapısı vardı hani akşamları kaçmak için kullandığımız, işte o kapının önünd...

FESLEĞEN




Belki sen hatırlamazsın ama ben unutmadım. O evin bir arka kapısı vardı hani akşamları kaçmak için kullandığımız, işte o kapının önünde içmiştik son sigaramızı. Annenden ve annemden saklamaya çalıştığımız o sigaralar...
Arka kapının önündeki merdivenin ilk basamağında, saksıda fesleğenler diziliydi. Yemeklere de oradan alıp koyardık. Sana kalsa pişen çorbaya bile atardın. Fesleğeni benden çok seven tek kişiydin.
O mendebur herif beni terk etmeden bir ay önce çalışma masasına bir not bırakmıştım:
"Bir demet fesleğen gibisin. Sana bir kere dokundum; kokun hala ellerimde"
Beni terk ettiği gündü işte o son sigaramızı içtiğimiz gün. Ertesi gün eşyalarımı toplayıp evden ayrılmıştım. Cehennemin dibi dahil her yer o evden daha ferahtı benim için. Bir elimde valiz, öteki elimde saksılardan biri vardı. Aynı filmi düşündüm ben de, evet.
Hamile olmasaydım da çeker giderdim. Gidecektim, biliyorsun. Bu, sadece işleri hızlandırdı. Bu dememe kızma, yaşasaydı konuşabilirdik üzerinde ama yaşamadı. Yaşatmadım, sen de bana küstün.
Kabul edemediğin şeyin ne olduğunu biliyorum. Ama ben ruhumu sattım. Vicdanıma karşılık... Pişmanlığım daimi olacak biliyorum. Bencilliğim için bu eziyeti göze aldım. Seni kaybetmek olasılıkların içinde yoktu, olsa onu da göze alır mıydım? Bilmem, belki de alırdım. Doğurmamayı o kadar istiyordum ki; ruhumu bile sattıysam seni de satardım; sanırım...
Bunca zaman sonra sana bunları neden mi yazıyorum? Ya da daha doğrusu neden mi şimdi sana yazıyorum? Bu sabah birisi bana bir saksı fesleğen gönderdi. Üzerinde not yoktu, adres yoktu. Sadece masama geldi. Sen olmadığını bile bile, saksıyı gördüğüm ilk andan beri sadece sen varsın aklımda. Yıllar sonra ilk defa, ofisin balkonuna çıkıp sigara içtim. Sanki senle içermiş gibi.
Hesap ettim, sekiz yıl olmuş. Öncesindeki yirmi küsur yılı beraber geçirdiğin insanı unutmak için az bir zaman. Söylemem gerek, bugün olsa yine aldırırdım o bebeği. Yirmi iki yaşında ve dımdızlak bir genç kızdım. Annemden başka kimsem, anneminde o evden başka bir şeyi yoktu. Hayatım, benden on yaş büyük bir adamın ofisindeki kanepeden bana miras kalmış bir bebeğe adanamayacak kadar sefildi zaten. Sefaleti büyütüp üstüne bir de ona ortak çıkarmak yersizdi. Ben de hepsini aynı anda ve bir seferde sildim.
Şimdi bugün benim doğum günüm. Bunu bu hayatta bilen üç kişiden birisin. Fesleğenleri de bilebileceğin gibi. Ama o, sen değilsin, değil mi? Peki sen neredesin?

14 Kasım 2013 Perşembe

Barika'nın kuyusu: VARDIR BİR NEDENİ

Barika'nın kuyusu: VARDIR BİR NEDENİ: Bu hayatta en büyük kavgalarımızı bence şuna karşı veriyoruz: büyük konuşmak! Bana olsa kapıyı çeker çıkarım, bana yapsa yüzüne dahi bakm...

VARDIR BİR NEDENİ

Bu hayatta en büyük kavgalarımızı bence şuna karşı veriyoruz: büyük konuşmak!

Bana olsa kapıyı çeker çıkarım, bana yapsa yüzüne dahi bakmam, bırak yeniden konuşmayı yan yana bile gelmem, daha da aramam...

Evli bir adamla/kadınla mı asla! Sevgilisi varsa olmaz canım, daha neler. Çocuğu mu varmış, olmaz o zaman, yapamam ki ben.

Benim çocuğum böyle yapsa ağzının ortasına bir tane çakarım! Ben olsam çocuğumu asla öyle yetiştirmezdim.

Hayatta kaynanamla aynı evde yaşamam!

Ben öyle bir şirkette çalışmazdım. Neden o şehirde kalmış ki, ben kesin dönerdim.

Hayatta, asla, yok canım, kesin... Dilimizde her şey net. Annemin harika bir lafı vardır: Bekara karı boşamak kolaydır.

Şu yaşıma gelene kadar öğrendim ki; prensip sahibi olmak iyi bir şey ama hayatla da inatlaşmamak lazım. Demiyorum ki hiç bir değeriniz, kriteriniz, fikriniz ve buna uygun zikriniz olmasın. Ama hayat sizin o kağıt üzerine çizdiğiniz çerçevenin içinde kalabilecek bir şey değil, akıyor gidiyor, kendi yolunu buluyor. Sizi de sürüklüyor içine, peşine...
Kurduğunuz/muz tüm o cümleler dizim dizim diziliyor karşımızda sonra. Baya böyle alay eder gibi. Hani n'oldu der gibi.
O yüzden en olmayacak cümleleri kurmadan önce o olmayacak hallerin başınıza geldiğini bir düşünün. Başınıza gelmeden ne yapacağınızı bilemeyeceğiniz haller vardır. Hani bir milyon dolar verseler yapmam dediğiniz şeyleri, gerçekten önünüze nakit, balyalar halinde bir milyon dolar konmadan yapıp yapmayacağınızı bilmemeniz gibi.

O zaman neymiş; az konuşacak az yargılayacakmışız. Sadece yaşayacak ve yaşarken de elimizden geldiğince kendimiz olarak yaşayacakmışız. Bütün o değerlerimize, kafamızın içindekilere tutunsak da bazı durumların kader ya da karma ya da her neyse onun itelemesi olduğunu da kabul edecekmişiz. Etmeliyiz. Yani, sonuçta bunlar oluyorsa bir anlamı vardır di mi? Bir nedeni... Kesin vardır bir nedeni...
 

7 Kasım 2013 Perşembe

Barika'nın kuyusu: PELESENK

Barika'nın kuyusu: PELESENK: Otuz yaşımı geçtim (çok kullanıyorum da kendimi alıştırmak için aslında) daha annemle babam beni bir kere bile özel hayatımla ilgili sorgul...

PELESENK

Otuz yaşımı geçtim (çok kullanıyorum da kendimi alıştırmak için aslında) daha annemle babam beni bir kere bile özel hayatımla ilgili sorgulamadı. Benimle ilgilenmedikleri için mi? Ya da umursamadıkları? Yoksa sadece belli bir yaşa kadar yeterli eğitimi verdikleri ve aklı çalışan, belli ahlaki değerleri olan bir birey olarak yetiştirildiğim için mi?

 Ne zaman içki içeceğime ya da içip içmeyeceğime, kiminle görüşüp kiminle görüşmeyeceğime, birisiyle yatıp yatmayacağıma, evlenmek ya da çocuk doğurmak isteyip istemediğime, hangi işte çalışacağıma, çalışıp çalışmayacağıma, sokağa nasıl çıkacağıma, ne giyeceğime bırakın başbakan ya da hükümet, ailemden birinin bile müdahale etme hakkı yoktur. Onların da ayrıcalığı bana, benim iyiliğim için doğru olduğunu düşündüklerini söyleyebilmeleridir. Beni kendi istediği şekle sokmak için bana bir şeyler dikte etmeleri hatta beni buna zorlamaları değil.

Bu yaşıma kadar beni kimsenin korumasına ihtiyaç duymadım. Allaha şükür çalışan bir beynim, yeterli sayıda beyin hücrem var ve kullanıyorum. Nerede ne yapmam gerektiğini bilecek bir kul olarak yetiştim. Aklıma da hiç, bir gün, koskoca başbakanla kabinenin işi gücü bırakıp benim kiminle nerede kaldığıma karışacağı gelmezdi.

Kişi kendinden bilir diye boşa dememişler. Aklınız hep sapkınlığa, fitneye, fesat düşüncelere kayıyorsa herkes de öyledir sanırsınız. O yüzden bu yaratılmış paranoya, sizde etrafı kontrol etme dürtüsü oluşturur. Amma velakin yapmanız gereken önce kendinizi terbiye etmektir.
Yoksa biz her şeyi kızlı erkekli yaptık. Yemek yaptık, yemek yedik, içtik, gezdik, ders çalıştık, film izledik, güldük, ağladık, birbirimizi teselli ettik, kavga ettik, tartıştık...
Ama hiç hırsızlık yapmadık, yalan dolanla milleti idare etmedik, çalıp çırpmadık, kul hakkı yemedik, fitne fesatla insanları birbirine düşürmedik. Bu durumda hangimiz daha ahlaksız oluyoruz?

Bireysel davranışlar, kişinin ahlak fikri devletin korumasına muhtaç değildir. Bunlar bireysel hayatların parçasıdır. Bireysel kararların. Devlet kişilerin özel hayatlarını kontrol etmek değil suç işlemelerini engellemekle yükümlüdür. Caydırıcı olması gereken şeyler gerçek suçların cezalarıdır: tecavüz, hırsızlık, dolandırıcılık, cinayet, çocuk istismarı. Gel gör ki biz bunları caydıran değil adeta özendiren bir sistemin içinde öğütülüyoruz. Şu anda başımıza gelen ise halkını korumaya değil kendi isteğine göre şekillendirmeye çalışan bir hükümet. Çünkü bu ülkede kadınların öldürülmesi, tecavüze uğraması normal karşılanır hatta bu durumlarda önce kadın suçlanır. Hırsızlık ve dolandırıcılık ise cezalandırılan değil desteklenen, yolunu bulmak olarak adlandırılan bir eylemdir. Her türlü adi suçta hafifletici sebep icat edilir. Ama bunların dışında mesela es kaza muhalif düşüncelere sahipseniz, bir de üstüne bunları dillendiriyorsanız cezalandırılmanız kaçınılmazdır. Yani siz iktidarın isteklerine uymayan bir bireyseniz, yaşam sınırlarınız daralacaktır.

"Biz kimsenin özel hayatına müdahale etmeyiz" diyorsunuz ya; yakın zamanda evlenen bütün arkadaşlarım aile doktorları tarafından düzenli olarak telefonla taciz edildi: gebe misin, ne zaman gebe kalacaksın, gebe kalacak mısın? Bu nasıl bir edepsizliktir? Evli çiftlere arkadaşları bile bunu çekinerek sorarken siz kimsiniz de en mahrem sırlarını öğrenmek için insanları sıkıştırıyorsunuz? Kılıfını kadınların doğum sürecini rahatlatmak, aile yapısını korumak gibi zırvalarla yapmışsınız ama bu ülkede sizden önce de kadınlar hamile kalıp doğuruyordu. Yani bir takip sistemine ihtiyacımız yoktu. Bu burnunuzu yatak odasının kapısına dayamaktan başka bir şey değil.

Doğurun diye bağırıp kürtajı yasaklamak için çırpınıyorsunuz. Hatta koskoca bakanınız kürtajın devlet eli ile doğum engellemek olduğunu söyleyecek kadar acayip konuşuyor. Ama anne olmaya hazır olmadığı halde sırf zorunda kalarak doğuran kadınların ölümlerine neden oldukları bebeklerin vebalini, o kadınların mahvolan hayatlarının vebalini de aynı bakan mı ödeyecek?

Bütün bu tartışmaların arkasında ise bambaşka bir dünya var. Ne zaman ki biri ortaya kırk değil kırk milyon kişinin çıkaramayacağı bir taş atsa, arka planda dünyanın işi dönüyor. Şimdi de öyle... Bütün bu öğrenci evleri tartışmalarının arasında 12 milyon işçinin kıdem tazminatları güme gitti. Yasal düzenlemede yer verilmediği için kıdem tazminatı artık işverenin inisiyatifinde. Alabilene aşk olsun! Dolar 2 tl yi aştı. Ekonomik kriz 2014 itibariyle içimizde. Uluslararası finans kaynakları küçülüyor.

Demem o ki, biz kızlı erkekli bir felakete sürükleniyoruz. Hem de artık açık seçik beyan edilen, sarf etmekten çekinilmeyen cümleler eşliğinde. Bu geçen zaman şunu öğretti ki, kim ki bir şeyi ağzına pelesenk eder; ondan en çok mahrum olan yine odur. Bakınız: adalet, hoşgörü, hak, hukuk, vicdan...