30 Ocak 2013 Çarşamba

Barika'nın kuyusu: BOŞLUK

Barika'nın kuyusu: BOŞLUK: Çok eski bir hikayeydi bizimkisi; kadın-erkek ilişkileri tarihinin en eski hikayelerinden biri. Kısa özeti de şu cümleydi: “sen hep...

BOŞLUK




Çok eski bir hikayeydi bizimkisi; kadın-erkek ilişkileri tarihinin en eski hikayelerinden biri. Kısa özeti de şu cümleydi: “sen hep orada mıydın; hiç fark etmemişim”
Ben hep oradaydım. Tam orada, kahve fincanı ile su bardağının arasındaki boşlukta duruyordum.

Biz günlerimizi, haftalarımızı, aylarımızı ama hepsinden öte saatlerimizi bir eksenin etrafında geçirdik. Ne kadar içindeysek o kadar göremediğimiz her şey gibi bunca zaman bir şey göremedik. Belki o yüzden sonunda gördüklerimize inanamadık.

Bazı cümleler içi taş doluymuşçasına ağırdı ama biz tek bir dudak hareketiyle sarf edebildik. Hiç bakmadık düştükleri yerde neler oluyor diye çünkü sandık ki sınırın ötesine gönderdik. Oysa çeperlerimizin darlığına bakmadan sınırlarımızı o kadar geniş tutmuştuk ki; her şey o sınırların içine düştü.
Başkalarında kızdığımız, sinirlendiğimiz, nefret ettiğimiz şeyleri aramıza sokmadık. Sandık ki bu sayede biz hiç yıpranmadan devam edebiliriz. Sadece özendiklerimiz, beğendiklerimiz, hoşlandıklarımızla doldurduk etrafımızı bu da bizi mutlu eder sandık.
En sonunda hiç kavga etmeden, tartışmadan, itişmeden, hırpalanmadan sadece birbirimize gülümsediğimiz bir dünyamız oldu.

Sarf edilen her iyi söz, her güzel cümle bir kramp gibi midemde. Bana yalan söylüyorsun! Biliyorum. Çünkü ben de söylüyorum. Elimdeki çatalı sana saplamak istediğim anlarda sessiz kalıyorum. Boynuna atlayıp seni öpmek istediğim anlarda ise gülümsüyorum. Mesafemiz bu olsun diye yere o çizgiyi ne zaman çizdik hatırlamıyorum ama her geçen gün kalınlaşıyor çizgi, biliyorum.

Bir anda sen sen, ben de ben olmaktan çıkıp özendiğimiz, beğendiğimiz o suretler olduk ya; belki beni o yüzden görmedin. Fark etmemen normaldi çünkü o, ben değildim.

Yoksa ben hep buradaydım. Tam burada, kahve fincanı ile su bardağının arasındaki boşlukta. 

25 Ocak 2013 Cuma

Barika'nın kuyusu: FABRİKA AYARLARI

Barika'nın kuyusu: FABRİKA AYARLARI: Fonda Adele çalan bir Cuma günü... Nedensiz bir şekilde elime kalem alıp sağa sola cümleler, kelimeler yazasım var. Benden uzakta bir...

FABRİKA AYARLARI




Fonda Adele çalan bir Cuma günü... Nedensiz bir şekilde elime kalem alıp sağa sola cümleler, kelimeler yazasım var.
Benden uzakta bir yerlerde bir şeyler oluyor biliyorum. Ve çok yakınlarımda da bir şeyler oluyor. Herşeyin ortasında sanırım Tanrı bana "her istediğini alamazsın, seçmen gerek" diyor. Ama aralarında seçim yapmamı istediği şeyler birbirini karşılamıyor hatta yolları bile kesişmiyor.
Seçim yapmak istemiyorum ama herşeyi de istemiyorum. Sadece kendi yollarında gidenler yollarında kalsın, o yollar olduğu gibi kalsın istiyorum. Gel gör ki hiçbir şeyin olduğu gibi kalmaması üzerine kurulmuş bu düzende gezegenin ayarları ile oynayamıyorum. Karma mıdır, kader midir, şans mıdır, mukadderat mıdır her nedirse zaten sürekli beni fabrika ayarlarına geri atıyor.
Benim ayarsızlığım bana yeter canım benim, bari sen sabit dur. Bari sen düz dur. Ben zaten kendi kendime sağa sola çarpıyorum.
Bir keresinde hava alanının birinde, bilmem kaçıncı aktarmadan sonra kafam kazan, vücudum sefil, yüzüm gözüm kurbağa gibi bir sonraki uçağı bekliyordum. Artık ne kadar halsiz ve berbat görünüyordum bilmiyorum ama beklediğim salonun barındaki adam bana bir kadeh şampanya uzattı ve "bu iyi gelecek bence size" dedi. Bir film sahnesi gibi. O kadar hızlı çalışıyor ki yüzümdeki gülümseme kasları...
Ama şimdi o hava alanı çok uzakta. Ben en iyisi gidip kendime bir çay koyayım.

 

18 Ocak 2013 Cuma

Barika'nın kuyusu: TAŞI TAŞI NEREYE KADAR

Barika'nın kuyusu: TAŞI TAŞI NEREYE KADAR: Sevgili blog okuyucularım, şimdi lütfen kendi aranızda ikiye ayrılır mısınız? Yok, merak etmeyin, sizi birbirinize kırdırmak, bir grubu...

TAŞI TAŞI NEREYE KADAR



Sevgili blog okuyucularım, şimdi lütfen kendi aranızda ikiye ayrılır mısınız? Yok, merak etmeyin, sizi birbirinize kırdırmak, bir grubu kayırıp diğerini yermek, gruplar arası iletişimi yok etmek gibi bir niyetim yok; o, başkalarının işi. Benim istediğim bu blogu uzun süredir okuyanlar ve yeniler olarak ayrılmanız. Çünkü yazının devamını okurken bu bilgiye ihtiyacınız olacak. Neden mi? Ben yine taşınıyorum.

http://barikaninkuyusu.blogspot.com/2011/05/tasima-suyla-degirmen-cevirmeceler.html

http://barikaninkuyusu.blogspot.com/2011/05/veyahut-cevirememeceler.html

http://barikaninkuyusu.blogspot.com/2011/05/ve-hatta-cevirdigini-sanmacalar.html

Gördüğünüz üzere bundan zaten bir buçuk yıl önce gayet zor ve mantıksız ve gıcık yollardan geçerek ev taşımıştık. Ama ne oldu; yine kurtlandık. Rahat battı. Paramız çok saçacak yer arıyoruz. İstanbul'un her semtinde oturmuş olmak üzerine bir iddiamız var. Artık hangisi derseniz...
Yeni taşınacağımız evle ilgili bilgileri size, taşındığımızda vereceğim, daha değil. Sürprizlere hazır olun.
Şimdiki konumuzsa -yine- taşınma süreci. Bakalım bu sefer nakliyeciler nelerimizi kıracak? Temizlik yaparken ben nerelerimi inciteceğim? Kaç kilo çamaşır suyu harcayacağız? Eksikler için para bulmak konusunda neler çekeceğiz? E-5 e mi çıkacağız? Çıksak da sanki kazanacak mıyız? Evin kendi içinde bizim tutarken bir türlü göremediğimiz kim bilir ne tuhaflıklar çıkacak.
Hazır mısınız?
Biz mi? Biz hazır olmasak da hazırız, el mahkum.

16 Ocak 2013 Çarşamba

Barika'nın kuyusu: OKEYE DÖNMEK

Barika'nın kuyusu: OKEYE DÖNMEK: Harika bir Göksel şarkısı derki: "Bir sırrı dillendirmekten korkuyordum; ve ölesiye yalnızlıktan..." İşte bu yüzden, sırf bu yüzden i...

OKEYE DÖNMEK



Harika bir Göksel şarkısı derki: "Bir sırrı dillendirmekten korkuyordum; ve ölesiye yalnızlıktan..."

İşte bu yüzden, sırf bu yüzden işte (evet, bu da başka bir sözü ama Destina'nın konumuzla bir alakası yok) kollarımızı mengene gibi sarıyoruz sevdiceğimizin etrafına. Mengene de iyi sıkar ha! Sonra ne mi oluyor? Siz hiç bir balonu kucaklayıp sıktınız mı? Bu eylemin genelde iki sonucu vardır: o balon ya pırt diye fırlar gider elinizden ya da patlar. Böylece o kollar ne olur, -aferin- boş kalır.

O ölesiye yalnızlık korkunuz için iki çift lafım var: yalnız kalmayacaksınız. Neredeyse yedi milyarlık (2007 verilerine göre 6,6 milyar ama en güncel veri için buyrun saniye saniye nüfus ölçen Worldometers sitesi: http://www.worldometers.info/tr/ ) nüfusu olan, artı her gün bilmem kaç yüz bin doğum gerçekleşen dünyamızda metre kareye bu kadar çok insan düşerken bu korkunuz hiç de mantıklı değil. Hatta her an bir Çinli ya da Hintli ile (ne yapalım ağırlık onlarda) ahbap, sevgili, kardeş neyin olabilirsiniz.

Asosyal, şizofren, agorafobik (kalabalık korkusu), frijit vesaire değilseniz -ki olsanız bile yok terapi grubuydu, yok destekti bilmem ne derken orada da bir sürü insan olacak etrafınızda- yalnız kalmazsanız. Hatta bazen yalnız kalmak için çabaladığınız halde yalnız kalamazsınız. Kalabalıklar içinde yalnızlık dediğiniz şey bambaşka bir düşünce alemine dalmaktır ki her düşünce aleminin kendine ait müritleri vardır. Yani bugün, içinde yalnız kaldığınız o kalabalıklardan, ileride başkalarını yalnızlığa iteceğiniz bir kalabalığa geçmeniz mümkündür.

Elbetteki kimse, kimsenin yerini tutmaz, tutmayacak. Ama mantık bu değil ki. Gelenle gideni, armutla elmayı kıyaslar gibi kıyaslayamazsınız. Çünkü siz de onun için gidenin yerine gelensiniz. Bir önceki orada olmadığı için oradasınız ve o da bir önceki artık orada olamayacağı için orada.
 Elbetteki bugün en yakınımızda tuttuğumuz insanları herhangi bir sebepten bin fersah geride tutma düşüncesi korkunçtur. Koynunda yattığınız insanın bir yabancıya dönüşmesi fikri berbattır; eminim. Ama lisede birbirinize binlerce söz verdiğiniz o ilk aşkınız artık tarih olabilmişse, eski sevgilinizi bugün sokakta gördüğünüzde en az bir tebessüm edip kafanızı çeviriyor; en fazla ayak üstü "n'aber" diyebiliyorsanız, boşandığınız eski eşiniz kendi hayatını kurmuş ve siz de artık yeni yüzlere alışmaya başlamışsanız demektir ki herkes herkesin hayatından çıkabilir.

Tabi ki bu bahsettiğimiz vakti gelenler için. Gerekli sabrı gösterip, gerekli özverilerde bulunup, gereken adımları atıp, herşeye rağmen artık bir arpa boyu dahi gidemeyeceğimizi fark ettiğimiz anlar için. Üstelik de alınması gereken metrelerce yol olduğu halde...

Vakti zamanında bir arkadaşım bana "hiç etrafına bakmıyorsun" demişti. Vakti zamanında bir kuzenim de aslında "hiç etrafımıza bakmadığımızı" bize ispatlamış oldu.

Demem o ki; alınacak sayı yokken, hali hazırda eksideyken okeye dönmeye gerek yok sanırım. Son taşı atıp, ıstakayı boşaltın. Yeni elde önünüze gelecek taşları kim bilebilir ki...

13 Ocak 2013 Pazar

Barika'nın kuyusu: YOKSA SİZ HALA...

Barika'nın kuyusu: YOKSA SİZ HALA...: Ov may got! Hatta Fransızcasından Ov Mondiyö! Neredeyse 20 gündür görüşmemişiz ya blog! Hiç de demiyorsun ki "öldün mü kaldın mı?" Sen sorm...

YOKSA SİZ HALA...

Ov may got! Hatta Fransızcasından Ov Mondiyö! Neredeyse 20 gündür görüşmemişiz ya blog! Hiç de demiyorsun ki "öldün mü kaldın mı?" Sen sormadın ama ben söyleyeyim; hayır ölmedim. Hayattayım. Hatta baya hayattayım.
Bu sefer bir geçen yıl değerlendirmesi-gelecek yıl önizlemesi yapmadık, farkındayım. En azından bir özetle şu geçen 2012 yılını kapatalım değil mi? Evet, kapatalım. Zaten her biten yıl gibi kapatılası bir yıl oldu. Bilirsin ki,  neyin sonuna gelinse o kıymetini kaybeder, yaldızı dökülür, boyası atar. Böyle bir eskimiş, yıpranmış (hatta bazılarınıza inat eprimiş) falan görünür. Bu ister biten bir yıl olsun, ister biten bir ilişki, isterse biten bir ev ödevi.
Yeni yıla nasıl girersek bütün yıl öyle geçermiş safsatasını zaten biliyoruz. Hatta bir kaç kere de öyle olmadığını ispatladık. Aksi olsa, benim yıllardır yıllarımı kalabalıklarda içerek ve gülerek geçirmem lazımakjskajslşaksşlalk.
Bu biten senenin bana getirdiği en büyük ve en güzel değişiklik bir "ev arkadaşı" oldu. Yıllardır "ay ben kimseyle aynı evde kalamam, hedele hödölö" konuşmaları yapan ben, son beş aydır bir ev arkadaşı sahibiyim. Yok yok, öyle değil, baya kardeşimle beraber yaşıyorum. Herkesin bildiği üzere 2012'nin son çeyreğinde #ezikböcek eve yerleşti. Pek de iyi etti. Ne garip insanın bazı değişikliklere bu kadar hızlı adapte olması. Bu zamana kadar tek başına kalan ben, şimdi çocuk iki gün evde olmasa tedirgin uyuyorum. Yok artık!
Bunun dışında bu biten sene bana kaşımda bir piercing ve babamla bunun için yapılan kavgalar verdi. Adamcağız yemiyor içmiyor, kaşımdakinin çıkışı için gün sayıyor. Buradan bir kere daha belirteyim ki bir de yazılı olsun: babacım, elbet çıkacak bir gün ama daha değil.
Biten sene ile içimde de bir şeyler bitti. Sonunda! Zaman aldı, zor oldu, kazdığım çukurdan çıkmak çok toprak kazmama neden oldu ama oldu. Bilen bilir; benim kafam çok çabuk dağılır, benim aklım çok çabuk karışır, benim gönlüm çok çabuk kayar. Vakti zamanında ilgisizlikten muzdarip olmuş bünye, bir gıdım bile ilgi alaka görse; sel olur çağlar. Sonra da kendi seline kendi kapılıp boğulur gider. Yani neymiş, bu geçen sene de sel basmış, toprak kaymış, su çekilince çamur kalmış. Ama temizlemiş miyiz? Temizlemişiz. Merakta kalmasın kimse püri pak oldu her yer. Bundan sonra çok uzun bir zaman içinse bendimize sığıp taşmama kararı almış bulunmaktayız. Haber salın her yana...
Gelelim gelecek seneye (daha doğrusu artık içinde olduğumuz seneye)... Bu seneden beklentilerimizden önce bu sene için planlarımız hatta bu sene yapmamız gerekenler var. Okunması gereken kitaplar, yazılması gereken yazılar, ihmal edilmemesi gereken bir blog, izlenmesi gereken Behzat Ç. bölümleri, gidilmesi gereken yerler, görülmesi gereken memleketler var. Bu sadece kısacık bir özet. Beni geçtim hadi ya siz?
Hala söylemekten kaçtıklarınızı ağzınızın içinde yutamadığınız bir lokma gibi tutuyor musunuz?
Hala duymaktan kaçtıklarınızı duymamak için kulaklarınızı tıkıyor musunuz?
Hala görmek istemediklerinizi görmemek için gözlerini kapatıyor musunuz?
Hala size göre yanlış olsa bile genele uymak için pek çok şeye kafa sallıyor musunuz?
Hala aşk, para, iş-güç kapınıza gelsin diye bekliyor musunuz?
Fazla mı genel oldu yoksa fazla mı oldu? O zaman şöyle yapalım:
Hala o filmi izlemediniz mi? Hala o kitabı okumadınız mı? Hala o kızı/oğlanı kahve içmeye çağırmadınız mı? Hala o testi yaptırmadınız mı? Hala gidip Adana'da kebap, Tekirdağ'da köfte, Trabzon'da balık yemediniz mi? Hala tuhaf bir içki içip ağzınızı burnunuzu yamultmadınız mı? Hala bir kere olsun yurt dışına çıkıp, bir marketten başka bir dilde su isteyip almadınız mı?
Yoksa siz hala...