25 Haziran 2013 Salı

Barika'nın kuyusu: BU SABAH

Barika'nın kuyusu: BU SABAH: Ve biz hala gazla, tozla, suyla sürüldüğümüz yerlerde yeniden toplanıyorduk. Ve biz hala sıkılı yumruklarımızı sadece gökyüzüne kaldır...

BU SABAH



Ve biz hala gazla, tozla, suyla sürüldüğümüz yerlerde yeniden toplanıyorduk.
Ve biz hala sıkılı yumruklarımızı sadece gökyüzüne kaldırıyorduk.
Ve biz hala sadece oturarak, konuşarak hatta durarak derdimizi anlatıyorduk.

Ki...

Vurdular. Türkçe'de karşılığı tek ve nettir: öldürdüler. Öldürdükleri yetmedi, "evet, biz yaptık, ne olacak" dediler.

Utanmadan haktan ve Hakk'tan bahsederek, ağızlarında dahi iğreti duran adaleti dillerine pelesenk ederek, vicdanı yok sayıp görmezden gelerek, kardeşlik naraları atarken birden "siz tek çocuksunuz, ne kardeşi, kıyın gitsin" diyerek;

Vurdular. Türkçe'de karşılığı tek ve nettir: katlettiler. Yetmedi, "ne yaparsak haklıyız biz, çünkü güçlüyüz biz, gücümüz var bizim" dediler.

Ve bu ülkenin kağıt israfı, ağaç katili gazeteleri; elektrik israfı, kablo ziyanı, piksel faciası televizyonları, maaşları yetmedikçe ikramiye için üçlü burgu atıp amuda kalkan köşe yazarları, tarafsız kalarak tirajını arttıracağını sanan ve bu şekilde edebiyatın, kalemin gücünü yok sayan yazarları, sanatın halk için değil galiba sadece sanat için olduğunu düşünen, bu yüzden de halk ayak altından çekilene kadar ortalıktan yok olmaya karar veren sanatçıları, çizerleri, marşların ve türkülerin yüzyıllardır süregelen gücünden habersiz, korkak şarkıcıları, türkücüleri...

El ele etrafında dönüyorlar açtıkları çukurun.

Bense dua ediyorum. Son günlerde daha önce etmediğim kadar çok dua ediyorum. Siz yalan söyledikçe, yalanları bağırdıkça, siz durduğunuz yerde cana kast edip, canı yok saydıkça benim inancım güçleniyor. Neyin doğru olduğuna dair gözüm daha çok açılıyor. Görüşüm netleşiyor.

Sis kalkınca tertemiz bir sabah gelir, bilirsiniz değil mi?



18 Haziran 2013 Salı

Barika'nın kuyusu: YAPMAYACAĞIM!

Barika'nın kuyusu: YAPMAYACAĞIM!: Yapmayacağım! Ne inançlarımı, ne de inandığım şeyleri sorgulamayacağım. Onlar böyleyse ve ben de böyleysem o zaman nasıl aynı inanca mens...

YAPMAYACAĞIM!

Yapmayacağım!
Ne inançlarımı, ne de inandığım şeyleri sorgulamayacağım.
Onlar böyleyse ve ben de böyleysem o zaman nasıl aynı inanca mensubuz demeyeceğim.
Ben mi yanlış okudum ya da ben mi yanlış anladım demeyeceğim.
Büyüklerimden, bilenlerden, erenlerden, ermişlerden daha mı iyi biliyorlar sanki? Ben kime neye inanacağımı, nasıl inanacağımı onlardan öğrenmeyeceğim.
Herkesin bir şeyleri tekeline almaya çalıştığı bir zamanda, bir şeyleri sahiplenmekten de öte, bas baya gasp edenleri dinlemeyeceğim.
Kimsenin elinin yetmeyeceği, dilinin dönmeyeceği kadar geniş bir deryaya inandıysam ben -ki inandım-; bu bir kaşık suda adam boğmaları ciddiye dahi almayacağım.
Ne de güzel demiş ya Mevlana: "Sen bizim suretimize (yüzümüze) değil, siretimize (ahlakımıza) bak"
Ben "durduğum" yerden hep aslına bakacağım...

17 Haziran 2013 Pazartesi

Barika'nın kuyusu: ZEHİR GİBİYİZ MAŞALLAH

Barika'nın kuyusu: ZEHİR GİBİYİZ MAŞALLAH: Sessizliğim asaletimden falan değil, ne yazacağımı bilemememden... Günlerdir o kadar çok şey okudum, izledim, dinledim, gördüm, duydum...

ZEHİR GİBİYİZ MAŞALLAH




Sessizliğim asaletimden falan değil, ne yazacağımı bilemememden... Günlerdir o kadar çok şey okudum, izledim, dinledim, gördüm, duydum ki; zaten azcık olan hafızam da doldu taştı. Şu andan itibaren adımı hatırlamakta bile zorlanabilirim. Olsun. Yeter ki gördüklerimi unutmayayım, yaşadıklarımı, yaşadıklarımızı unutmayalım. Adımızı hatırlamasak ta olur. Hem zaten artık "biz" olmadık mı?

Hem zaten ne güzel insanlar ne güzel şeyler yazıyor. (Kuzen #obsesifmakinist de bu listede.) Bahsettiğim tabi ki köşe yazarları veya gzeteciler değil. Onların çoğu ya ellerinde yabalar, sopalarla cadı avına çıkan Ortaçağ Avrupası'nın fertleri gibi, önüne gelene saldırmakta ya da  pencereden baktıklarında bu ülkenin sokaklarından ziyade mavi bir ekran gördükleri için tuhaf şeyler icat etmekteler. Asıl sosyal medyada ve sokaklarda onlarca zeka, pırıltılarını çakmak çakmak parlatıyor.
İşte zaten okuyanlarla, okuduklarımızla başladı her şey... Zekanın orantısızı olur mu bilmem ama bize senden zeki olana saygı gösterip lafına hürmet etmek en azından bir dinlemek gerektiği öğretildi.

Bugünler benim için fiziksel açılmaların, kollarda bacaklarda kas geliştirecek hareketler yapmanın, boğaz-göz-burun ne kadar kanal varsa temizleyecek kimyasallarla tanışmanın dışında bambaşka bir kapı açıyor: öğrenmenin kapısını.

Kelimeler, sözcükler, terimler, ideolojiler, fraksiyonlar, bayraklar, flamalar, kısaltmalar, uzatmalar, anayasa maddeleri, haklar-özgürlükler, gözaltı süreleri, barolar, yazarlar, çizerler, partiler, liderler, bakanlar, bürokratlar... (Bu arada dün bir türlü hatırlayamadığımız isim Recai Kutan'dı)

Kısa zaman önce yakın tarihimiz özellikle de siyasi tarihimiz hakkında raflarda okuyacak kitap arayarak telef olurken, bir gün yazılmakta olan bir tarihin içinde kalacağımı kim bilebilirdi ki? Benim oldum olası öngörüsüz bir kul olduğum zaten bilinir. Benim ayağa kalkabileceğimizi, sesimizin çıkabileceğini, "bir dakika n'oluyo ya" diyebileceğimizi hiç düşünmediğim bir zamanda oldu olanlar. Ve bu olanlar bende her şeyin üstüne bir de şunları yarattı: Ben, birey olarak durduğum yerin zeminini yeterince güçlü ördüm mü? Neyi ne kadar biliyorum? Hatta ne biliyorum?

Birebir yaşayarak görüyoruz ki, elimizdeki bilgi tam ve doğru değilse asparagas bir bikinili ünlü haberi kadar değeri var. Elimizdekiler, onları dayandıracağımız güvenilir bir kaynak yoksa kafa karıştırmaktan başka bir işe yaramıyor. Eskiden sadece ansiklopedilerimiz varken şimdi dört tarafımız bilgi kaynağı. Eline klavye geçiren yazıyor. Bu durumda da bugün çok yararlı olan su kabağı, yarın çok zararlı olabiliyor bünyemize. O yüzden bir haber ya da bilgiyi en az sekiz kaynaktan okumadan ve en az sekiz sağlam yerden teyit etmeden ciddiye almıyorum. Alamıyorum. Aramızda hala elinde elma şekeri ile bizi inşaata çekmeye çalışan sapık kafalar dolaşıyor. Ve ben bu öcü hikaye ile büyümüş bir neslin çocuğu olarak; bu belirsiz şahsiyetlerin zikrettiklerindense; Nuri Alço'ya daha çok güveniyorum.

Demem o ki; şimdi işleri sağlama alma zamanıdır. Kendimizi. Bilgimizi. Gördük ki biz bildiklerimizle, öğrendiklerimizle ve birbirimize ilettiklerimizle güçlüyüz. İşin bu kısmını da es geçmeyin diye dedim. Yoksa maşallah herkes zehir, zehir...


6 Haziran 2013 Perşembe

Barika'nın kuyusu: BU ARALAR HAYAT...

Barika'nın kuyusu: BU ARALAR HAYAT...: Bu aralar hayat, şöyle bir şeyler: Akşamları eve gitmeyi ilk seçenek olmaktan kaldıran bir düzenimiz oldu. Galiba en son geçen hafta...

BU ARALAR HAYAT...




Bu aralar hayat, şöyle bir şeyler:

Akşamları eve gitmeyi ilk seçenek olmaktan kaldıran bir düzenimiz oldu. Galiba en son geçen hafta çarşamba günü televizyon izlemiştim. Dizi, film, yarışma, ne var ne yok hiçbir fikrim yok. Kuzey-Güney final falan yaptıysa bana bir ara anlatırsınız.

Eski bir twitter kullanıcısı değilim, toplasanız bir kaç aylığım, ama bu kadar işe yarayacağını bilemezdim. Elimize geçeni yazdığımız, önümüze geleni paylaştığımız bir uzay boşluğu iken; bir toplanma alanı, bir toplama alanı, bir yardım ağı olabileceğini bilemezdim. Bilemedim, yaşayıp öğrendim, öğrendik. Şu feysbuk'un sahibi hakkında film yapmışlardı ya; acaba biz de twitter'ın sahibi için yapıp gönül borcumuzu mu ödesek?

Son bir kaç gündür duyduğum kadar çok  "pardon" lafını daha önce duymamışımdır. Hani "içindeki canavar çıktı" derler ya; sanki bizim içimizdeki insan çıktı. Normal şartlar altında birbirlerine neler yapacaklarını hayal dahi edemediklerim; bu olağanüstü şartlar altında en kötü ihtimalle içlerinden bir "la havle" çekerek ama her şeyi olağan ve pek tabii görerek yan yana yaşayıp gidiyorlar. Herkes bir diğerinin gölgede kalan yüzünü görmüş gibi. Şimdi herkes birbirine dönüp "yoksa aslında bunca zamandır sizi de..." diyor ve cevabından korkuyor gibi.

Dün gece hayatımda görmediğim kadar çok kandil simidini bir arada gördüm sanırım. Bu ülkenin kandil simidi rekoltesinin dörtte üçü #geziparki na yağmıştı. Sonuç olarak da günlerdir mübarek kandil gecesi ortalığı tarumar edeceğimize dair "harika" haberler yapanlar yine şafağı göremediler. Yanlış tarafa bakıyorsunuz abilerim ablalarım, güneş o  taraftan doğmayacak. Bize dönün, dönün bu tarafa!

Bu resmi bir beyan, yazılı bir kanıttır: Valla ben Çarşı'dan biriyle evleneceğim! Aha bunu tutun aklınızda. Kendime dimdik duran, sapasağlam, delişmen bir adam bulacağım.

Son olarak, #geziparki nda kurulan kütüphaneden sonra herkes ellerinde kitaplarla yürüyordu. Elinizde, evinizde vermek isteyeceğiniz kitaplarınız varsa taşıyın derim. Bu kütüphane sayesinde, yıllar sonra elime geçen ve şimdi çok ama çok daha büyük anlamlar ifade eden kitabım size de, bana da, bize de hediye olsun:
Polyanna.



4 Haziran 2013 Salı

Barika'nın kuyusu: İZMİR'DEN SELAM VAR...

Barika'nın kuyusu: İZMİR'DEN SELAM VAR...: Bütün acemiliğime, tecrübesizliğime rağmen şimdi bana en doğal şeymiş gibi gelen; içinde yaşadığımız bu harika günler için İzmir'd...

İZMİR'DEN SELAM VAR...




Bütün acemiliğime, tecrübesizliğime rağmen şimdi bana en doğal şeymiş gibi gelen; içinde yaşadığımız bu harika günler için İzmir'den size selam var...

31 Mayıs-1 Haziran 2013 , İzmir

Gündoğdu Meydanı'na giden 169 no'lu belediye otobüsüne binmeden hemen önce on beş yıllık arkadaşım, dostum Fırat'a mesaj attım; "Geliyor musun?" Cevap aynı hızla geldi "Tabi ki geliyorum, neredesin?"

31 Mayıs, Cuma saat, akşam altı buçukta meydana indiğimde....... bir dakika inmeden öncesine gelelim:
İstanbul'dan gelen haberlerin şiddeti arttıkça, o haberlerdeki şiddet artıkça, meydan, Gezi elden gitmesin diye direnenler direndikçe biz evlerin içinde volta atıyorduk. Volta dediğin evde atılmaz dedik, meydanı boş bırakmayalım dedik, çıktık. Ne de iyi ettik...

Kordonboyu'ndan yürümeye başlayanlarla, Cami durağının oradan Alsancak'a girenler Kıbrıs Şehitleri'nde birleşti saat yedi gibi. Oradan ağır ağır sahile, oradan da meydana yürüyen gruba herkes balkonlarından, camlarından eşlik etti. Attıkları her slogana, daha doğrusu attığımız her slogana. Güneş batana kadar, güneş battıktan sonra. Dağılmadı o grup. İstanbul'dan haber geldikçe "Her yer Taksim, her yer direniş" diye bağırdık biz de.

Gecenin ikisinde Kardeş Türküler sürpriz yaptı bize. Onlar çaldı, biz halay çektik. Yanımda elli altmış yaşlarında, Kardeş Türküler'e herkesten çok eşlik eden bir teyze, genç çocukları ile gelmiş, sürekli İstanbul'u soruyordu. Her şeyi kararında, yolunda, eğlencesinde, türküsünde, halayında, sloganında bıraktım ben meydanı gece saat 3 te... Ben eve dönmeden az önce bir otobüs şoförü bana "neden burada toplanmış ki bu insanlar?" dedi. Sinirlensem sinirlenirdim, ama o zaman da konuşamazdım. Ben de anlattım sakin sakin neden kaç gündür ülkenin dört bir yanının "Gezi" diye çırpındığını. Bir kişi, bir kişidir...

1 Haziran Cumartesi; adından müsemma, daha önce de eylemlere adını vermesinden belki, geldiği gibi esti İzmir'de de. Cuma gecesi karışan ortalığa destek için eylem saati akşam yediden öğlen ikiye çekildi. Tek yer Gündoğdu dahası yok. Ne kadar erken ve çok, o kadar iyi dedik, atladık gittik.

İzmir'in teyzelerini bilenler bilir: saçları her daim yapılı, sürekli yüksek sesle konuşan, çantasında her an çıkarmaya hazır Türk bayrağı taşıyan hani, bildiniz di mi? Bana onların resmen ele geçirdiği bir otobüsle meydana inmek düştü. E indik. Hafta sonu ya, çocuğunu kapan, annesini kapan, eşini kapan gelmiş Kordon'a. Büyük bir sayfiye yeri eylemi! Hava nasıl da güzel, meydan nasıl da kalabalık!

Son yedi sekiz yılda taş taş üstüne taş konmaması, ülkenin bitmek bilmeyen en uzun metro inşaatı, bu inşaat sayesinde iflas eden ve iflasın eşiğine gelen cadde esnafı, bilumum belediyede gırla giden ihale ya da  dosya yolsuzlukları hasır altı edilirken büyükşehir belediyesinde yolsuzluktan tutuklanan 18 kişi ve tutuksuz yargılanan belediye başkanına bir önceki yerel seçimlerde ki sonucu görünce hortlayan "şehir elden gidiyor mu" korkusu da ekleyince önümüzdeki yerel hatta genel seçimler için ben bile işkilleniyordum. Cumartesiye kadar...

İzmirliler pek bilmez eylem yapmayı. Gevşeklikleri malum. Ama bir sıkılaştık sanki o gün, bir dirileştik. On binlerce insan bağıra çağıra Kordon'u doldurduğunda saat daha beşti. Bir yıldır bir türlü (iki haftada bir İzmir'e gitmeme rağmen) görüşemediğim can arkadaşım Başak'la bile orada buluştuk. BandoSol marşlar çalarken beraber yanlarında eşlik ettik, pankart taşıdık hatta görüşemediğimiz zamanın dedikodusunu yapacak kadar bile fırsatımız oldu.

Sağa sola zarar vermeye niyetlenen, 17-18 yaşındaki fazla hızlı delikanlıları kendi ellerimizle indirdik direklerden. "Gezi'ye çıktılar, meydana ulaştılar!" haberi gelince koşarak gittim elinde megafonla bağıran çocuğun yanına "bağır herkese meydana çıkmışlar" demek için. Ki zaten duyuruyorlardı. "Her yer Taksim, her yer direniş"ti. Saat 9'a doğru gazın kokusu geldi...

Amma da hapşuruyormuş insan! Amma de genzi yanıyormuş. Daha sadece dumanın rüzgarından bunu duyumsadığımda İstanbul'da son iki gündür o dumanın içine koşan, o dumanı içine çeken, bir adım dahi geri atmayan, bu eziyete gül gibi katlanan binlerce arkadaşıma, kardeşime sadece saygı duymadım; onlarla gurur duydum. O gün Gezi'de benim canım ciğerim insanlar vardı meydana doğru koşan, onlarla gurur duydum. Kıymetini anladım yaptıklarının, boşlukları doldurdum.

Ta ki gecesine kadar... İzmir'in eylem acemisi çocuklarını Basmane'ye çektiler. Gündoğdu'da ki kalabalıktan ayırıp sokaklara çektiler. Sonra da o sokaklarda sopalarla dövdüler. O günün sabahında eylemcilerin önünden çekilip "buyrun Kordon sizindir" diyen ve herkesin alkışlarla uğurladığı polislerle; kırk beş kiloluk kızı, kaldırımın kenarına yatırıp döven on polisi de, Alsancak'ta iki genci elleri arkalarından bağlı yere çöktürüp döven polisleri de;  de aynı anda yaşayan İzmirim. Neye uğradıklarından emin olmayan çocukları, gecenin ikisinde sokaklarda o sopalarla kovalarken yalnız değildi "polis". Yanında insan müsvettesi, o elindeki oduna kurban olasıca tipler vardı. Kraldan çok kralcı, vurmaya kırmaya herkesten çok meraklı, Alsancak'ın ara sokaklarında kaçışan çocukları kıstırıp döven onlardı. Herkes o gece bir dağıldı. Ama yılmadı. Çünkü bi gece önceden belliydi. LGBT li uzun saçlı çocuk demişti ya bana "gece ikide başladık, sabah dörde kadar dayandık" diye.

Pazar günü güneşli ve harika bir hava, dağınık bir kafa, Kıbrıs Şehitleri girişinde temizlik için eldivenlerini giyen genç kızlar ile bulduğum Alsancak (ben gece orada olanları yazdığım kağıtları duvarlara yapıştırırken bana kamu hizmeti olarak yara bandı sağlayan büfeci amcaya ayrıca teşekkür ederim) ; bundan bir kaç saat sonra tomalar ve panzerlerle sıkıştırılmış insanlar, kurulmaya çalışan barikatlar ile karıştı. Gel gör ki ne oldu? Önce yağmur sonra imbat geldi. İmbat ne demek bilirsiniz di mi? İzmir'e özgü, denizden karaya doğru esen bir rüzgardır. O gazı alır götürür... Bir gece önce alınıp götürülenlerin canı için...

Sadece İzmir'de değil, her yerde esiyor İmbat farkında mısınız? Küfür küfür...