1 Ağustos 2011 Pazartesi

KARPUZ KESECEKTİK?

Aslında böyle anlarda yazılan cümleler olmadan toplanmış meyveler gibi… al bak saçmalamaya başladım bile. Sıcaktan diyeceğim değil, daha ziyade anlık dalgalanmalardan. Ama huyumuz kurusun böyleyiz işte. Bir şey olur elim telefona ya da klavyeye gider. Ben balık burcuyum ya, çok fena sarılasım gelir adama. Daha doğrusu biri bana çok fena sarılsın isterim. Belli başlı insanlar bana sarılsın isterim. Katlanamam öyle her kucağa ben. O insanlar da ya yanımda değildir öyle anlarda ya da alakasız bir insandan bekliyorumdur, ancak havayı alırım. Bak saçmalıyorum derken ciddiyim ben. Hayır, işin kötüsü bir de farkındayım saçmaladığımın. Öyle durduğum yerde burnumun direği sızlayıverir, okulun bahçesinde yakar topta vurulup oyunun dışında kalmış çocuk gibi mahsun mahsun bakarım etrafıma.” Valla bırakmayız, bir karpuz keselim” ısrarı tadında bir asılma beklerim belki de kolumdan: derdin ne söyle bakayım? Hani güya beni teselli etsinler, iki şeker laf söylesinler, benim sulu göz hallerime katlanıversinler iki dakikacık derim. Derim, kendim dinlerim. Çünkü bir hızla koştuğum her kol açılacak değil, biliyorum, öğrendim. Ayrıca gerek de yok onu da öğrendim. Ayrıca bırak allasen bunlar hep gelir, hep geçer. Bazen çok birikir, ben de çıkarım psikolog ablaya derim ki (iki sene önce ki gibi) “benim sanırım bir kabullenme sorunum var”. Bir buçuk ay, cümle içinde kullanamadım. Şimdi konuşabiliyorum ama mesela hiç yazmıyorum. Yazamıyorum. Kanıt olmasın diye. Bir de sanki millet müneccim de; bana bakıp “senin gözünün kenarında bir şey mi var?” diyecek. Müneccimlik lazım çünkü ben birçok şeyi sakladığım gibi bunları da saklamaya meyilliyim. Açık edersem yanlış yere gider korkumdan, sınırlı sorumlu kişilere açarım ancak da; ah çok açmasam bu içimi daha iyi olacak. Bir şey değil, mideme kadar gözüküyor…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder