Ben dün akşam Galata'ya indim, kuleye. Hani o köşeyi dönüp kuleyi gördüğüm anda ki his var ya, sırf onun için gittim. Ya ne kadar çok olmuş gitmeyeli. Bu kadar ara vermezdim halbuki ben bu kuleyi görmeye. Zamansızlık mı desek yoksa son zamanlarda yolun yukarısında, aşağısından daha fazla vakit geçirmekten mi desek bilemedim. Neyse... Dün akşam yürürken dakikada bile değil, 10 saniye de bir değişen bir ruh hali sirkülasyonu vardı.
Ta meydandan aşağı kadar...
Selpak satan topal amca, 1.90 boyunda ki dal gibi incecik, siyahlar giymiş nefis abla, kumpircinin önünde ki "biz Amerikalıyız" diye bağıran 3 sarışın erkek, saz çalıp türkü söyleyen ve aynı zamanda bir sigaradan saniyede dört nefes çekebilen kör dede, kızı, torunu, kilisenin önünde ki turist kafilesi, dondurmacının maymun ettiği turist abla, "on yedi yaşında ki kızla ilişkiye girerse acaba tutuklanır mı ya da kızın babası öğrenirse evlenmek zorunda kalır mı" konusunu arkadaşlaryla konuşan 18 lik bıçkın delikanlı ve tayfası, pavyon şarkıcısı gibi giyinmiş bir hatuna "nerede sahne alıyoruz bu akşam" lafını atan üniversiteli çocuklar, İstiklal'in ortasında durup fotoğraf çektiren karı-koca, Starbucks ta kahve içen Arap kızını dışarıdan seyreden yedi tane nine...
Aşağı yolda "ben sosyal içiciyim Sevim" posteri ama sağ taraftan yırtılmış. Haymatlos'ta Selim Sesler'in, Ritim de "bira 2,5 tl" nin, Babylon'da Nauvelle'nin varlığını haber veren afişler.
Yelpazeler 2 lira, bir de minicik tefler var, al cebine koy.
Ben o yolda ki kartpostallardan alıp, arkasına acayip bir not yazıp, onu da adamın birinin ofisinin kapısının altından atmıştım. Geçmiş zaman olur ki... Üzerinde Galata Kulesi'nin resmi vardı.
Dilim ananas almıştık bir keresinde de ya, kim vardı yanımda? Hatırlamıyorum.
Meydan da top oynayan çocuklar vardı. Ve yerlerde oturanlar. Ve duvar dibinde içenler. Ve kule yine olanca ihtişamı ile oradaydı ve yine benim gözüm ondan başkasını görmüyordu.
Çay içmekten ağzımın içi kalaylanmamış kazan gibi olsa da bir çay daha içebildim kahvede. Üzerine de bir soda. En dip masada, kimselere görünmeden, küçük not defterimin arka ortasına yazılmış uzun notu kopardım; cebime koydum. Bir otobüs yolculuğunda, gece yarısı başım cama dayalı yazmıştım. Kalktım, meydanı geçerken topun üzerinden atladım. Benim gibi kuyruğu olan bir kız yanımda geçerken "kuyruk kardeşliği" dedi.
Bu kez o notu kimsenin kapısının altından atmadım. Tam yokuş bitip sokağa çıkarken ilk çöp kutusunun önünde durdum. Yırttım, sekize böldüm, çöpe attım. Sonra da yürüdüm. Meydanı da geçtim, heykeli de geçtim. Sarı dolmuşa bile bindim. Ama o hain sarı dolmuş tam Boğaz köprüsünden geçerken radyoda Sıla'nın bir ara o benim günde 72 kere dinlediğim şarkısının çalmasına izin verdi. Arabesk misin nesin arkadaşım ya!Hain işte ne olacak!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder