Pencerenin önünde ki koltukta beş günlük sakalla oturan adamın çayını dolduruyorum. Beyaz gömleğinin üstten üç düğmesini açmış, kısacık saçlarını sıvazlıyor eliyle.
Omzumla boynum arasında kalan çukuru teklif etmiştim ona. Reddetti. Nedenini onun tam olarak açıklayamadığı ve benim de tam olarak anlayamadığım nedenlerden olduğunu biliyorum sadece. Yani aslında pek de bir şey bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum artık.
Zamanında ispatlanmışlığı da vardır; ben göründüğümden daha güçlüyümdür. Sessizliğim yanlış anlaşılır ama aslında sabrımdandır. Acıdan, yanıklardan, çiziklerden korkmam bilir, bilir ki iz taşımaktan yüksünmem. İlk elini tuttuğumda: “Bırak tutayım elini. Bir şey yapmana da söylemene de gerek yok. Ben anlarım; elimi sıkıca kavradığında da gevşekçe tuttuğunda da anlarım.” dedim. Ama o elini çekti elimden. “Peki” dedim.
“Yapamazsın” dedi dakikalar sonra. “Benimle baş edemezsin, kırar dökerim, canın yanmamış gibi yaparsın ama ellerimin arasında erir gidersin. Göz göre göre…”
“E sen de kırma o zaman” dedim.
“Ben artık başka türlüsünü bilmem” dedi.
“Bırak kararı ben vereyim, benim yerime karar verme” dedim.
“Kalemi kırdım bile, boş ver” dedi.
Bütün yollarımı kapattı güya beni korumak için. Beni benden koruyamazdı, bunu unuttu. Oysaki ben onu, beni yaralayacağını bile bile istedim; bunu atladı. Benim de üstümden atladı geçti. Dahası benden de bunu bekledi.
Şimdi burada günler, haftalar, aylar hatta yıllar sonra o pencerenin önünde oturan adam, aynı adam. Ben de aynı benim. Miyim? Öyleyim. Hala bakarken içim titrediği için uzun zaman gözlerimi dikemediğim, hala elim değerse alev alırım diye temasından kaçtığım, hala beni yok saydığı için kızgınlığımı, kırgınlığımı atamadığım, benim küçümsediği için öfkemi yenemediğim “ben” im. Korkaklığını yaralarının arkasına saklamaya çalışsa da gül fidanının arkasına saklanan filden farkı olmadığını bildiğim için, beni aptal yerine koyduğu için çok uzun zaman kızgınlığını koruyan “ben” im. Ama hepsinden öte sadece kendisinin korkup kaçtığını, çekindiğini, usandığını, bıktığını, kapandığını, kapattığını, dondurduğunu sanıp benim neleri göze alıp, nasıl ürke ürke ama yine de her şeye rağmen bir cesaret ona geldiğimi yok saydığı için kırgınlığını baki tutan “ben” im. Sorunu hep kendisi, sonucu da yine kendisi olarak gördü. Halbuki konu tamamen başkaydı. Ne O'ydu ne de bendim.
- Yok, iyi.
- Şeker ister misin?
- İstemem. Gel otur karşıma. Başka bir şey istemem.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder