1 Kasım 2010 Pazartesi

SİTEM

En fenası şu: kimseye kaybetme korkusu vermemişken, herkesi kaybetme korkusu yaşamak. Etrafımda ki herkes benden eminken yani benim hiçbir yere gitmeyeceğimden, her şeye rağmen kalacağımdan bu kadar eminken; ben hiç kimseden emin değilim. Sanki herkes, her an çekip gidebilirmiş gibi. Ben herkesin avucunun içinde dururken; herkes benim elimin üzerinde sanki.
Hep “ben” korktum o yüzden. Kırmaktan, üzmekten, sabır tüketmekten, can sıkmaktan, can yakmaktan korktum. Yılmaz Türk askeri pozunda, “ ben hiçbir şeyden yüksünmem” ayaklarında sabır gösterince herkese; birileri de benim için elbet savaşır zannettim. Birileri de zamanı ya da yeri gelince benim için elini taşın altına sokar zannettim. Çok da değil hani sadece ederi kadar değerim olsun yeter. Ama varsa da bir değerim, bilinsin. Bileyim. Birinin yüzünde aşağı doğru kıvrılan tek çizgiye dahi içim kaynıyor da; ya ben olduğum gibi bükülüversem orta yerimden?
Yükseklerde gözüm yok ama yerimi bileyim. Zaten köklerimi kaybettim ben. Tam olarak nerede ve ne zaman emin değilim. Sanırım yavaş yavaş çekildiler toprağın altından. Şimdi her an savrulabilir bir halde ayakta durmam da o yüzden. Sağlam basmaya çalışıyorum yerime ama bazen sallanıveriyor işte ayağımın altında ki toprak. O zamanda elimi kolumu koyacak yer arıyorum deli gibi. Çok zor… Yıllarca o toprağa gömdüğün köklerden mahrum kalmak çok zor. Tüm o aidiyetsizlik çok zor. Yerini bilememek çok zor. O yüzden benim sandığım yerden aşağı düşünce kırılmadık kemik kalmıyor insanın vücudunda. Toprak her zaman o kadar yumuşak değil. Ve bazen gerekenden daha yükseğe çıkıyor insan farkında olmadan.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder