30 Eylül 2010 Perşembe

KAPTANIN SEYİR DEFTERİ 1

İstanbul'da ki 35 dakikalık rötar sağolsun, Dubai'ye indiğimizde Dhaka uçuşu kapanmıştı bile. Zaten benim her zaman ki gibi başıma herhangi bir iş gelmeden seyehat edemeyeceğim gidişimden belliydi. Önce uçak biletimi toplamda on yedi kombinasyondan sonra falan aldım sanırım. Kombinasyon diyorum çünkü Bangladeş'ten Çin'e geçmenin bu kadar alengirli olacağını bilseydim bisikletle falan geçerdim!

Sonra, Çin vizesi olan pasaportumu havaalanına giderken yolda alabildim ancak. Yok, yok gerçekten! Taksiyi havaalanı yolunda yavaşlatıp pencereden pasaportumu aldım. Bu da ayrı bir ilktir sanırım. Bunların akabinde benim aktarma uçağını kaçırmam da, o gece Dubai'de kalmam da sürpriz değildir ki ben uçak kaçırma konusunda baya sabıkalı sayılırım. Ama en azından bu sefer olaylar benim dışımda gelişti.

İstanbul dan biniş, sorun yok, yer fena değil. Yanımda ki Arap kökenli olduğunu sandığım abla beni arkadaşıyla yer değiştirmem için ikna etmeye çalışıyor ama arkadaşı orta koltukta oturuyormuş. Kendimi yeterince iyilik yapacak insan modunda hissetmiyor olacağım ki "hayır" dedim. Daha doğrusu net bir hayır olmasada "ben ortada oturamamamamaammmm" kıvırması şeklinde kibarca hayır demeye çalıştım.

İstanbul belli bir mesafeden ne kadar da güzel görünüyor. Beyaz şarap ve Friends. O kadar güldüm ki bir ara sanırım ekrana doğru püskürdüm. Şaraba verdim. Sonradan uyku. Her zaman ki gibi.

Dubai'de sıcak ve boğucu hava, kocaman bir havaalanı, bu havaalanına on dakika mesafede bir otel. Bu arada acaba biz Türklerden başka, yabancı bir ülkede kendi ülkesinden birini görünce iki dakikada ahbap olan var mıdır? Ne kadar meraklıyız kendi dilimizde muhabbet edebilmeye! Onu bulamazsak zaten yabancılara sarıyoruz. Dedim ya tamamen muhabbet merakından.

Kablolu ve paralı internet... Daha fenası İngiliz prizleri ve şarjı biten bilgisayar! Ortada kalma sendromu nedeniyle sabaha karşı saat 5 te uyuma ki otele girişte saat 3 ü geçiyordu. Sabah çalan saati hiçe sayma. 11:30 da mecburen kalkma. Tabi ki yine sabah kahvesi ve yanında Steinbeck ten Bitmeyen Kavga. Bitmeyen kitap, inşallah bu seyehatte bitecek. Uykuya kurban edilen kahvaltı yerine öğle yemeği: haşlanmış sebze, patates, balıkımsı bişeyler ve soda. Havaalanına gidiş ve akabinde yine Dubai havaalanında kayboluş. Bu kaçıncı? Üst kata çıkmak gerektiğini hatırlayabilmek için geçen on dakika. Sonradan yukarıda, alışveriş mekanında, parfüm deryasında kayboluş. 46 numaralı koltuk. Yuh! Utanmasalar bana hosteslerle beraber arka mutfakta yer vereceklermiş. Motor sesi, camdan vuran güneş, iki şişe beyaz şarap eşliğinde Shrek3. Gözüm doldu, şaraba verdim. Yanımda en fazla 17 gösteren bir velet. Dubai de bir otelde çalışıyormuş ve 2 yıldır memlekete gelmiyormuş. Bana bir paket sakız hediye etti.

Ve nihayet Dhaka. Bütün planlarım alt üst olmuş, işlerim aksamış ve sıkışmış olsa da Dhaka. Komik ama o kadar tanıdık bir his olmuş ki buraya gelmek neredeyse mutluyum geldiğime. Ve şu kesin, seyehat bağımlılık yapan birşey. Özlüyor insan ve kendini iyi hissediyor uçağa yeniden bindiğinde. Bunun üzerinde durmalı...

İlk gece... Bitti bile. İlk geceden görmek, tamam ne yapalım ama oldu bir kere. Her neyse...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder