10 Ekim 2010 Pazar

KAPTANIN SEYİR DEFTERİ 2

Hiç keşke dememek isterdim bu hayatta ama çok dedim. Bir tane daha dememek için Bangaldeş'ten ayrılırken yarım kalmış bir cümleyi bitirip bindim bir sonra ki uçağa....
O yüzden uçakta verilen beyaz şarap için Tanrıya ve havayolları şirketine şükürler olsun!
Çin... Dhaka dan binip Kunming'e inince hava sıcaklığında ki 25 derecelik düşmeye bağlı olarak -kelimeden kısmayalım- kıçım dondu! Beklenmeyen bu hava şokuyla beraber, bildiğimiz ulusal tip havaalanına inince latin alfabesinden nasibini almamış bu ülkede ne yapacağını bilemeden geçen bir kaç saniyeden sonra gidip valizimi aldım. Sevgili Çinli arkadaşlarla beraber Şangay uçağını beklemek için bekleme salonuna gidince ben ilk bulduğum iki kişilik koltuğa uzanıp, çantamı da başımın altına aldım. Bir kaç dakikalık kestirmeden sonra saatlerimiz sabahın bilmem kaçını gösterirken sonunda Şangay uçağına bindik. Ondan sonrası koşa koşa valiz alma, para bozdurma, taksi tutup otele gitme ki bir dakika, tam burada: eğer otelin adresinin Çincesi elinizde yoksa Allah bilir nereye gitme!
Şangay... Kocaman bir metropol. Binadan hiç kısmamışlar. En küçüğü sanırım 25 katlı olan bir sürü bina. İş merkezi, alışveriş merkezi, para merkezi... Çin kültürü denen şey kaybolmuş gitmiş onlarca binanın arasında. Ama en azından bir kaç tapınak, bir kaç bahçe tutmuşlar ki onlarda turistik olarak her yerinden para yolabileceğimiz yerler olsun demişler. Yine de tapınakta ki keşişlre özenmedim değil. Gün boyu bedava çay, tütsüler, saç baş kıyafet derdi yok. Gelen giden de çok. Acaba rahibelik yerine keşişliği mi seçsem?
Jade Buddha tapınağı çok görkemli bir Budist tapınak. Çince bilmediğimiz ve bir rehberimiz de olmadığı için İngilice konuşan turist rehberlerinden birinin turuna yamanma suretiyle bir şeyler öğrendik. Bir sürü tanrı, kral, efsane, hikaye. Keşişlerin çay seremonisi eşliğinde duaları, dilek paraları atılan heykeller, özel dua odaları, tütsüler, tütsüler, tütsüler... En sonda ki Koji balığı havuzu ise benim favorim oldu. Onlarca irili ufaklı, pasparlak Koji leri, bir ağaca tutunup havuza sarkarak okşama çabamda sanırım Çinlilerin favorisi olmuştur.
Jin Mao binasının 88. katına sizi 9 saniyede (yazım yanlışı yoktur) çıkaran asansörden inince; manzarayı görünce insan nerede olduğunu şaşırıyor. Yine içinden nehir geçen bir şehir işte! Ben içinden su geçen bütün şehirleri sevebilirim (bazılarını daha fazla...). Kocaman bir nehirin ikiye böldüğü Şangay'da irili ufaklı başka nehirlerde var.
Sonunda bir kaç uzak doğu evini görebildiğimiz Old Street denen yer, bizim turstik deniz kenarı kasabalarımızda ki gibi onlarca hediyelik eşya dükkanı ile dolu. O kadar çok ıvır zıvır var ki bir dükkandan çıkmak yarım saatinizi alıyor. Tüm o yelpazeler, tanrı figürleri, kimonolar, taraklar, aynalar, anahtarlıklar, heykelcikler, bilezikler... Bizde ki bir milyoncular gibi orada da "her şey 1o yuan" cılar var.
En ilginç şeylerden biri bir gece, tamamen tesadüfen gördüğümüz bir meydan dolusu danseden Çinli çiftti sanırım. Meydanın hemen yanında ki sokakta da salsaya benzeyen bu dansın adımalarını toplu halde öğrenen onlarca insan vardı.
Sokakta yürürken gördüğümüz "tea and noodle house" a girip bir kase noddle ı çubuklarla yemiş biri olarak söyleyebilirim ki ben, Çin yemeklerinden memnunum. Onca iddiaya ve bakınmaya rağmen koca Şangay da bir tane bile böcek satan mekan göremedik. Ama ördek, ıstakoz, karides, yengeç ve domuz gırla gidiyor etrafta. Bir de küçük arabalarda hangi hayvanın neresine ait olduğundan emin olamadığımız bir sürü şeyi şişe geçirip pişiriyorlar. Denemek istiyorsanız gözünüzü değil önce burnunuzu kapamanız lazım.
Kalabalık ve kocaman bu şehirde bütün ana yollar yukarıdan geçiyor. Şehir viyadükler ve köprülerle kaplı. Ancak caddeye inerken aşağı geliyor yol. Şehir, yapı olarak çok düzenli. Bazen özellikle de geceleri tüm o ışıklandırmalarla sanki gelecekte ki bir tarihe ait bir şehir gibi duruyor. Son gece taksiden inen bir yabancı turistin peşine takılıp gittiğimiz bir binanın tepesinde ki barın camından bakınca da fark ettim ki; tüm o ışıklar ve lazerlerle şehir, büyük bir reklam filmi gibi görünüyor.
Bir şey daha var ki beni çok şaşırtan; Çinlilerin kaba insanlar olmaları. Ve kesinlikle hiç güler yüzlü olmamaları. Buna satıcılar bile dahil. Her hareketleri sert. Havaalanında valizimi önüme atıp "open!" diye beni azarlayan kadından, Starbucks ta sipariş alırken bizi kovmasından korktuğumuz kasiyer kıza kadar. Sokakta yürürken size çarparak geçmeleri ise çok normal, sakın bir "pardon" filan beklemeyin. Ama bir şey var ki Çin'in başka yerlerinden gelmiş ve konuştuğumuz Çinliler Şangay'dan pek hoşlanmıyor. Bu da "Çin ve Şangay arasında fark mı var" diye sorduruyor insana...
Sonuç: Şangay'ı yeterince gördük ama Çin'i değil. Bir ülkeyi tek bir şehirle değerelendirmemek gerekir ama biraz fikrimiz de oldu işte. Çünkü Şangay dışında iki şehir de daha bulunduk bir kaç saatliğine. Bu arada bir konuda en azından eminim: bana bu dünya da çekici gelmeyecek tek erkek ırkı Uzakdoğulular! Kesinlikle. Dubai havaalanında ki aktarmada hayata döndüm yahu!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder