Son bir aydır, etrafımda ki bütün kadınlar bu eşikteler. Türlü türlü nedenlerden demek isterdim ama hayır hepsi de tek nedenden: erkekler. Demek isterdim ve bu çok da kolay olurdu ama hayır. Tek nedenden, o da kendileri. Kararsızlıkları yüzünden. Hepsi de aslında ne istediklerini gayet iyi biliyorlar. Mesele bunu kendilerine itiraf etme problemleri. O kadar korkuyorlar ki cevaplardan; nereye kaçacaklarını bilemiyorlar. Kimi istediklerini, neden istediklerini hep bilir kadınlar. Mantıklı değildir çok zaman nedenleri. Adamların ne yaşlarına, ne kariyerlerine, ne eğitimlerine, ne işlerine, ne kazandıkları paraya, ne evli ya da bekar olmalarına, ne geçmişlerine, ne sabıka kayıtlarına, ne de başka kayıtlarına… Sanılanın aksine hiçbirine değil, sadece kendi bildikleri bir şeye takılır, onun peşine giderler, ona inanırlar körü körüne. Ve sağda solda her kim bunu sorgulayacak olsa, savunurlar. Ama bambaşka sorulara takılırlar. Kararsızlıkları bin türlü eziyet eder onlara.
Kendilerine sorup durdukları o sorular, sürekli etraflarında dönen o sorular. Cevaplarını bildikleri ve buna rağmen çevrelerinde kim varsa onlara da tek tek sordukları sorular. İstiyorlar ki onlara “yok yok öyle değil, kesin altında başka bir şey var” densin. Ama değil, biliyorlar. Hepsi de kendileri için iyi olanın ne olduğunu biliyorlar. Ama bunu istemiyorlar. Bırakmak istemiyorlar, savaştan vazgeçmek istemiyorlar. Karşı taraf çoktan cepheyi boşaltmış bile olsa onlar inatla ateşe devam ediyorlar.
Çünkü sanıyorlar ki ya da inanıyorlar ki doğrusu bu. Herkesi kurtarabileceklerine inanıyorlar ama hayır. Kurtarılmak istemeyen bir insanı kurtaramazsınız. Bu, kesindir. Düzelmek istemeyen bir insanı düzeltemezsiniz. Zaten neden düzeltesiniz ki? Siz onu öyle sevmemiş miydiniz? Öyle kabul etmemiş miydiniz?
Ah sanıyorlar ki eğer tüm o şefkatleri, sevgileri, inançları ile giderlerse onlara, onları ikna edebilirler. En baştan değerlerini tam olarak bilememiş adamlara değerlerini ispat etmeye çalışıyorlar sanki gerekirmiş gibi. Ve kimi zamanda değerlerini hiçe sayarak, körü körüne koşuyorlar. İnsan eğer kendi kıymetini kendi bilmezse, arkasını dönüp gidemez de rahatça. Emin olsa kendi kıymetinden, karşısında ki “üzülsün, yazık etsin kaybettiklerine, bana ne” deyip çekip gidiverir ama ah işte bir emin olsa.
Tüm eğitimlerine, kariyerlerine, niteliklerine, sahip oldukları birbirinden farklı özelliklerine, güzelliklerine, anaçlıklarına, zekalarına, becerilerine, sahip oldukları her şeylerine rağmen; kendilerini tüm bunlardan soyutlayıp en yalın, en aciz halleriyle, teslim olmaya hazır çıkıveriyorlar bu adamların karşısına. Her şeylerini onlara vermeye ya da artlarında bırakmaya hazır bir halde. İşte bu teslimiyet de başını döndürüyor bu nobran adamların. Neye uğradıklarını şaşırıp o kadar hoyratça harcıyorlar ki ellerindekini; geriye bir enkaz kalıyor o kadından. Üzerinden çekirge sürüsü geçmiş bir ziyafet sofrası gibi, artıklarını toparlamak, kırıntıların süpürmek yine bu kadınlara kalıyor. Hem de tek başlarına…
Tanıdığım bir sürü kadın var bu eşikte duran. Ben dahil hepimiz kendimizi bu eşiğe kadar getiririz. Hem de gayet kolayca… Mesele orada kalabilmek, mesele o eşikten atlamadan geri dönebilmek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder