3 Ocak 2011 Pazartesi

BUZLU CAM

Sadece yazabilirim hayatım senin hikayeni, anlatamam. Yaşadıklarını sesli olarak ifade edemem. Kelimeler sadece kağıtta kaldığı sürece ve sesli okunmadıkları sürece rahatsız etmezler. Aksi takdirde, dillendirildiklerinde batarlar. Sağımıza solumuza batar, çizer, acıtırlar. Küçük dikenler gibi, küçük ama yüzlerce diken gibi… Seninki gibi bir hikayede ise bir diken tarlasına düşmüş gibi oluruz. Gibi olur insanlar ki bu yüzden de bizi dinlemezler. Dinleyeme dayanamayacakları için yani. Anlatacaklarımız onlara o kadar batar ki; buna tahammül edemezler. Hani sen hep diyorsun ya “neden kimse beni dinlemiyor?” diye. İşte bu yüzden; dayanamadıkları için. Senin hikayende ki herhangi biri olabilecekleri gerçeğine dayanamayacakları için. Böyle bir hikayede olabileceklerini bilmek, bu olasılıkla ve doğal olarak sakladıkları benlikleri ile, kaçtıkları düşünceleri ve hatta düşleri ile yüz yüze gelmek ağır olacağı için seni dinlemiyorlar.
Travestilerle yatan ama eşcinsellik düşmanı olan kerli ferli adamlar, on beş yaşında ki fahişeleri becermek için bin bir şebeklik yapıp arkasından eve gidip on yaşındaki torununu seven adamlar, önüne geleni kızı yatağa atmakta yahut atmaya çalışmakta sakınca görmezken bakire kızla evlenme takıntısı olan adamlar. Yalanlar, dolanlar, sahtekarlıklar. Etrafta cirit atan onca sapkınlıklar. Sağda solda güç gösterisi yapıp, ona buna dayılanırken kapalı kapılar ardında kendini yatağa bağlatıp dövülmekten zevk alanlar, her fırsatta “namus” diye avazları çıktığı kadar bağırıp herkesi yaftalarken; gizli gizli okul önlerinde kız çocuklarının peşine takılanlar. Sen hepsini gördün değil mi? Hepsini aldın yatağına, hepsinden dayak yedin, hepsinden hakaret işittin ama hepsini tatmin ettin değil mi? Ben nasıl anlatırım senin hikayeni? Yazarken bile mideme bu sancı saplanırken…
Kafenin buzlu camından dışarı bakıyordum seni beklerken. Tek başıma burada oturmuş bana bu sefer ne anlatacağını düşünüyordum. Korkuyordum. Sen bana gelip her konuştuğunda benim insanlığa, erkeklere, güvene, sevgiye, şefkate inancım azalıyor. Sığınacak yerim yokmuş, bugün bu kapıdan çıktığımda evime gidene kadar her yer ve herkes potansiyel tehlikeymiş duygusu beni mahvediyor. Çok yoruluyorum seninle konuşurken. Daha da fenası ne biliyor musun? Artık O’nunla olamıyorum. Sevdiğim daha doğrusu sevdiğimi sandığım adamdan bile şüpheleniyorum. Ya O da bu oyunculardan biriyse? Ya bana sarılıp, beni öpen, benimle sevişen adam, arkamdan bir dünya iş çeviriyorsa. Yok, hiç kaşını kaldırma, sen demedin mi bana “hepsi aynı bunların” diye. Yapamıyorum işte ne yapayım elimde değil. Artık ona da eskisi gibi bakamıyorum. Her sarılışında kokluyorum onu başka bir koku alabilmek için. Bana ait olmayan, ona ait olmayan yabancı hatta kesif bir koku arıyorum. Teninde, giysilerinde bir şey arıyorum. Bir yanlışlık neredeyse bir günah kokusu. Yok zina değil kastım, aldatma değil. Beni benim gibi ama başka herhangi bir kadınla aldatmasından korkmuyorum. Günahtan kastım bu değil. Senin, bende sebep olduğun paranoya daha derin: ben, onun da başka türlü bir şeyler yapabiliyor olmasından, yapıyor olmasından korkuyorum. Garantilerim yok oldu bile. Lanet olsun! Bana ne yaptın? Güvenemeden nasıl sevebilirim, nasıl hala yanında durabilirim bir adamın? Benden aldığın şey bu işte. Sırf bir hikaye uğruna benden hayatımı alıyorsun. Hiçbir şeye eski gözlerime bakamıyorum. Herkesten korkuyorum ve herkesten iğreniyorum. Çünkü sanki herkes senin dediğin gibi “yalancı ve oyunbaz”. Sanki hep bir arka sokak var bu geniş görünümlü caddelerin ardında. Sanki hep metruk bir ev var bu ultra modern sitelerin içinde. Bütün bu elbiseler, makyajlar, takılar, hepsi hep bir şeyleri kapatmak için mi? Herkes mi yalan?
Sonu gelmez bir kuyunun içinde, dibi görmeden düşmeye devam ediyorum. Sen ittin beni buradan aşağı. Çok ama çok rahattım ve çok emindim elimdekilerden. Beni seven bir adam, bir iş, bir ev, kariyer, para, aile kurma hayalleri, bir dünya dolusu dünya malı yani ama ne oldu? Sanki elimden düştü hepsi tek tek. Havada toplarını çeviren bir jonglördüm ben ve sen dikkatimi dağıttın. Peki ama neden ben? Neden bana geldin? Neden? Bana yine “çünkü sen dürüsttün” le başlayan o cümleyi kurma, inanmıyorum buna. Başka, bambaşka nedenlerin olmalı. Bunca sene sustuktan sonra bütün bu saçmalıkları kusmana ne neden oldu, bana kusmana ne neden oldu ya da kim? Ben mi? Ben mi neden oldum gerçekten buna? Seni ben mi çağırdım, ben mi buldum? Sen beni değil, ben mi seni buldum?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder