Çok zayıftı lan! Bacakları bir çift çubuktu. Hele dizler, böyle iki kemikten top gibi o çubukların ortasında duruyordu. Kapkara saçları vardı ki saçlı doğmuştu zaten. Bir de simsiyah, zeytin gibi kocaman gözleri. Gözleri, neredeyse yüzünün yarısını kaplardı.
Tam beş buçuk kilo doğduğu için annemler onu eve getirdiğinde yeni doğmuş bir bebekten çok üç aylık bir bebek gibiydi. Sonra o bebek, gözlerimizin önünde bir ayda eriyip 3 kiloya düştü. Hastalıklar sağ olsun…
Şahsen kendisini kıskanmadım dersem, yalan olur. Çok usluydu bir kere. Aklı başında bir veletti, sinir ederdi adamı. Daha dört yaşındayken bile bilinçli hareket ederdi. Benim ne mal olduğum çocukluğumdan belli olduğu için aile onu görünce baya bir şoka girmiştir sanırım. Küfretmezdi. Bir keresinde bizimkilere “anne, pezevenk ne demek?” dediğinde annemin suratını görünce; kendi kendine kalkıp odasına gitmiş, bir süre de çıkmamıştı. O kadar anlamıştı yanlış bir şeyler dediğini.
Ben onun ilk bağırarak küfrettiğini, yüksekten korktuğu halde gaza gelip gondola bindiği akşam duymuştum. Bembeyaz olmuş suratını ben aşağıdan dahi seçebiliyordum. O gondol, aşağı inip tepeye dikilene kadar geçen arada rüzgarla eşit hızda küfrediyordu çocuğum. E ne işin var senin orada?
Çocuğum… Çocuğum gibiydi. Benden beş yaş küçük olduğu için ben kendi kendimi onun annesi ilan etmiştim. Çünkü anne-baba iş güç derken çok fazla evde kalamıyordu. Biz de birbirimize bakıyorduk işte. Beraber makarna yapmayı öğrendik. Ekmek arası peynir yemeden önce salonda yere örtü sermeyi de.
Çok kavga ettik. O yaş farkı üstüne bir de cinsiyet farkını alınca acayip bir şey oluyordu. Şöyle ki onun on yaşında bir çocuk olarak “aplaa oyun oynayalım mıaaa?” şeklinde ki yalvarmalarına “ya bi git ya, ne oyunu” diyecek kadar on beş yaşında bir ergendim. Garibim, tek başına oynardı ben öyle deyince.
Arabanın arka koltuğuna sığmaz tepişirdik. Aynı odaya sığmaz itişirdik. Ranzada yattık bir zaman, sonra ayrı oda diye ısrar ettim ben. O çok istemiyordu yalnız kalmayı biliyordum ama dedim ya, ergendim işte. Dünyada bir tek ben vardım, kalanlar zaten beni anlamıyordu.
Yıllar geçince, o yaş farkı ışık hızıyla kapandı. Hem de ne kapanma. Önce çocuğum, sonra kardeşim, şimdi en yakın dostum oldu. Biz birbirimizi arayıp, birbirimize ağladık. Saçma sapan espriler yaptık birbirimize. Annemin hastalığının en meşakkatli zamanlarını o yaşadı. Onun ruhunda ki tahribatı da en iyi ben biliyorum. Geçen seneye kadar annemin eski resimlerine bakmaya bile dayanamayan çocuk; şimdi kanser üzerine şakalar yapıyor. Her zaman ki gibi, kendi yoluyla çözdü bunu da.
Alabildiğine ketum olduğu için, herkes onu vurdumduymaz sanır. Ama ben içeride ki fırtınayı çok net görürüm. Sessiz ve çok az insanla paylaşabilen erkekleri ben ondan öğrendim. Ketum ve sakin insanları ben ondan öğrendim. Kendi kendinin değerini bilmeyi ben ondan öğrendim. Ukalalık ve kibir, içi boşsa çekilmez; altında yatan temel sağlamsa sadece gıcık olursunuz.
Beni yattığım battaniyeyle salonun ortasına kadar sürükleyen, denizde kollarımdan tutup bir sağa bir sola atan, düğün çıkış ağrıyan ayaklarıma dayanamayıp beni kucağında taşıyan, evde canım sıkılınca kanepeden sırtına atladığım, hala aynı evdeyken sabahları uyanınca gidip yanına kıvrıldığım küçük, minik, 95 kiloluk ufacık kardeşim…
Okudu, yazdı, çizdi, şimdi iş güç sahibi olup bir de başka şehre yerleşti. Sanki onu Hakkari’de bilmem kaç kere basılan karakolda askere dün gönderdik, o oradan gelene kadar ettiğimiz onca dua dündü sanki. Aşk acısı çekerken yanıma gelip beş ay beraber yaşadığımız daha yeni gibi. O beş ayda bir odanın ampulünü değiştirememiş olması bile çok taze. Ki on milyon kere söylemiştim sanırım…
Küçücüktü, kocaman oldu ama küçücük kaldı.
Bundan 26 yıl önce bugün ben abla oldum. Hatta “apla yağhhh” oldum. Ne iyi oldu, ne güzel oldu.
Canımın içi #ezikböcek; doğum günün kutlu olsun…
çok güzel misler gibi bir doğum günü hediyesi, cancağazım...
YanıtlaSilevin en büyüğü isen kardeşlerinin annesi de oluyorsun ister istemez. Küçük anne. Ama erkek için daha zor oluyor iste. Ben az dadılık yapmadım kız kardeşime. Hem ben daha kendim küçüktüm. Zor kucaklıyordum.. Tutamıyordum bile. Ama güzeldi bana alışması..bende susması.. Bana gülümsemesi.. Gece kalkar beşik sallardım.. Ayağıma ip bağlardım sonra ben uyurdum. Tahta beşiğin sesi.. Bebeğin uyumasi için o sesin gerekli olduğunu kendim öğrenmiştim..mama yapıyordum.. Doyuruyordum.. Uyutuyordum dizlerimde. Kollarım kopana kadar gezdirirdım..belim kırılana kadar kucaklardım.. Bilirim çocuk bakmanin zorluğunu.. Sende ergenlik sorun olmuş bende de futbol aşkı.. Her gün ikindi sonrasi maç yapardık.. Annemle anlaşırdik tüm gün bebek bana emanet.. Ama akşam maça gitmeme izin vereceksin diye. Tamam derdi. O izin verirdi ama maçın ortasında mahalleden yolladıkları velet ; 'fatabi, nurhan teyze baban çağırıyo dedi'
YanıtlaSilböyle işte. Şimdi kocaman oldular.. Çocukluğum gitti ama çok şey öğrendim. :) öğrendik.
96. Yaşını da kutlarsın ınşallah hemserim :) Allah mutlu huzurlu uzun ama önce sağlıklı bir ömür nasip etsin..