5 Haziran 2011 Pazar

ADA VAPURU



Vapurun etrafında dönen martılar o kadar yakın uçuyorlardı ki; gözlerinin kırmızı rengini ve o kırmızının etrafında ki sarı halkayı görebiliyordum. Yanımda ki çiftin kadın kısmı, elinde ki simiti parçalayıp parçalayıp havaya doğru atıyordu. Gelen lokmaları "havada kapan" martılar, simitlerin çoğaldığı yerlerde yoğunlaşıyorlardı.
Önce çantamdan cüzdanımı, arkasından da cüzdanımın ücra bir bölmesinden dört yıldır orada sakladığım notu çıkardım. Gözümde ki kocaman güneş gözlüklerini, önüme gelen saçlarımı toplayarak başımın üzerine ittim. Cüzdanı yeniden çantama koydum.
"İnsan bazen aradığı şeyin tam da gözünün önünde olduğunu geç fark ediyor. Bana şimdi neden bunları söylüyorsun diyebilirsin, bilmiyorum. Daha doğrusu emin değilim. Sadece bir şey buldum, onu biliyorum."
Gözlerimi kağıttan kaldırıp karşıya baktım. Tam yolun yani denizin ortasındaydık. Ada ile İstanbul a eşit mesafede... Yeniden, dört yıldır dörde katlanmış halde cüzdanda durmaktan yıpranan kat izleri, yırtılmasın diye bantla tutturulmuş kağıda döndüm.
"Ama şimdi de bu bulduğumla ne yapacağımı bilmiyorum. Alışık olmadığım kadar fazlası var bu işte, farkındayım. Yapabilir miyimn bilmiyorum ama denemek istiyorum. Bana izin verecek misin?"
Kağıdı yeniden katlamakla, ortasından yırtmak ya da yırtmadan sulara bırakmakla, yırtıp küçücük parçalara ayırıp o parçaları rüzgara bırakmak arasında kaldım. Ben onu tanıdığımdan beri hep birşeylerin arasında kaldım. Ama en fenası kendimle arada kaldım. Araya bir yere sıkıştım.
Sonunda kağıdı büyük gri çantama buruşturup koydum. Çantam omzumda, gözlük kafamda olduğu halde, tutunduğum demir korkuluğun en üst kısmına sağ ayağımı koyup; sol ayağımı korkuluğun üzerinden attım. Sonra da sağ ayağımı sol ayağımın yanına getirdim. İki elimle korkuluğa tutunduğum o iki saniyenin içinde yanımda ki kadın, simit attığı martılarınkine benzer bir çığlık kopardı ve ben ellerimi bıraktım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder