Size bir tropik iklim saçmalığı söyleyeyim mi: 38 dereceden, sağanak yağmura yatay geçiş yapmak. Vücut da şaşırdı. Hava sıcak, nemli ama elim kadar yağmur yağıyor dışarıda. Zaten uyku düzenimiz tropik iklimden bağımsız olarak ayrıca bozuldu. Yok öyle jetlag gibi sebeplerden değil, ayarsızlıktan. Saat farkının çok olduğu iki ülke arasında iş yapıyorsanız şöyle bir olay vardır: geride kalan ülkede ofis kapanana kadar, ileri olan ülkede devam edersiniz. Tamam, en azından bizde öyle oluyor diyelim. Üzerine "iş bitti, kafayı dağıtalım” da eklenince bir bakmışsınız saat bilmem kaç olmuş. Üç saatlik fark aslında çok değil, altı saatlik Çin farkı düşünülünce bu, onun yarısı ama yine de üç saat fazladan çalışmanız lazım. Neyse, çalışmak bize koyan bir şey değil. Elimde ki en önemli şey işim sanırım bu aralar. Yok ya, bayadır öyle sanırım.
Belli bir yaşı geçince (yaşlanan kadın konuşması, dikkat!) ve kariyerle başka şeyler arasında ki seçimi çok önce yapmışsanız, artık geri dönüş biraz zor oluyor. Harika bir kariyerim olduğu için söylemiyorum bunu. Söylüyorum çünkü o seçimi yapmak zorunda bırakıldığım zamanlarda ve şimdi yine bırakılmış olsam hep işi seçerdim, biliyorum. Bu kafa, o kafa işte. Hayatımda bir kere, bir erkek için, sadece bir erkek için içimden şunu geçirdim: bana şimdi “kalk gidelim buradan” dese; nereye diye bile sormam; hatta sanırım ceketimi bile almam. Ama o adam da bunu bilmiyor, bilmeyecek. Şu anda burada, bu kadar yakınımda olduğu halde hem de… Zaten artık ne o bana gel der ne de ben giderim. Onun dışında da kimse için bunu hissetmedim.
Pişmanlıktan yazmıyorum çünkü pişman değilim. Yaptığım işi seviyorum (abartmayalım, çoğu zaman seviyorum) ve daha iyisi, daha fazlası olsun istiyorum. Hayatımın merkezinde demeyelim ama çok yer kaplıyor diyelim. Çünkü yapısı gereği sürekli düşünmeme neden oluyor. Yine de yememe, içmeme, gezmeme, eğlenmeme asla mani olmadı. Arada ki dengeyi -ne olursa olsun- tutturmak zorundasınız. Yoksa araç olması gereken şeyler amaç oluyor. O iş para kazanasınız, o para da yiyesiniz diye var. Kargo pantolonuyla gömmeyecekler sizi! Bir ev almak, bir arsa sahibi olmak, otel dikmek, site kurmak, rezidansta yaşamak gibi hayalleriniz varsa; kolay gelsin. Valla diyorum. Ama ne olur hayalini kurduğunuz şeyin esiri olmayın. Sırf ev alacağım diye kendinizi hayattan soyutlayıp kapanmayın. Alırsınız anasını satayım! Belki Mısır’da bilmediğiniz bir dedeniz vardır. Tamam ben de gökten size Mortgage düşer demiyorum ama işte, sadece bokunu da çıkarmayın diyorum. Alıp başınızı gitme, bir iki günlüğüne bir yerlere kaçma, felekten bir gece çalma hakkınızı lütfen saklı tutun. Atla deve değil! Arada bir kaçamak yapmaktan kimse ölmez. Evden tuğla eksiltmezsiniz korkmayın.
Tabi hayatında hiçbir uzun vadeli plan yapamayan, aklına eseni yapmakta sakınca görmeyen, “kalk gidelim”leri çokça olan birinin bunları söylemesi kolay di mi? Sanmayın ki benim işim de çok kolay. Değil. Bu plansızlıkların başa açtığı karmaşalar da az olmuyor valla. Ayrıca hiçbir zaman kenarda birikmiş parası olmamış biri olduğum için çok zorlandığım dönemler de olmadı değil. Ah #ezikböcek çok iyi bilir o zamanları. Bir pastane bahçesinde cebimizde ki son iki lirayla çay içip; almayı planladığımız kaparoyu alamayınca dımdızlak ortada kaldığımız o zamanı da hatırlar. Ben oturmuş sinirden ağlarken çocukcağız parayı bulmuştu bile bir yerlerden. Aman neyse, insaniyetsiz bir ev sahibi-kiracı hikayesidir. Metropol insanının mide bulandıran paranoyasına örnektir. Gereksizdir.
Demem o ki ahali, yaşamaya ara vermeyin. Her şey bir arada gidebilir. Peynirin üzerine vişne reçeli döküp yediniz mi hiç? Iyy demeyin boşuna, ne dedim; her şey bir arada gidebilir.
Not: Hollanda-Portekiz maçını Hollandalıların arasında izlesek de Portekiz’i tutarız. E ne dedik, Portekizliler güzel insanlar, sevelim. Severiz. Seviyoruz. Sevdik. Falan…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder