Elimi yatağın sol tarafına doğru uzattım ve hissettiğim şeyden irkilip gözlerimi açtım. Bu, neden buradaydı? Nasıl olabilirdi ki? Çok uzun değilse de uzun zaman önce onu buradan, bu yataktan göndermiştim ben. Ne zaman, ne aralık geri gelmişti? O kadar çok mu içmiştim, o kadar çok mu yorgundum, o kadar mı kördüm! Ne yapmıştım, nasıl yapmıştım da onu geri getirmiştim? Gitsin diye onca çaba, sonra dönmesin diye daha çok çaba. Sonuç? Aynen başa dönmüştük. Bu kadar mı iradesizdim?
Zaten fark ettim ki, bizim en büyük sorunumuz buydu. Daha doğrusu bizim gerçeğimiz buydu. Ne olursa olsun, hayatımda kim olursa olsun yapamıyordum. Dayanamıyordum. Sıkılmalar, bunalmalar, üstüme üstüme gelmeler, daralmalar, kapana kısılmış hissetmeler derken; kendimi yine onun yanında ya da onu benim yanımda buluyordum. Evet demek ki o kadar iradesizdim. Verdiğim kararları uygulayamayacak, bir şeker hastasının diyetine bağlı kalması gibi sadık olmam gereken sözleri tutamayacak kadar zayıftım. Halbuki her seferinde “bunu kendi iyiliğim için yapmalıyım” kandırıkçılığıyla kendi kendimi avutan bendim. “Yeniden gelmesine izin verirsem bir daha hiç gönderemem” diye ödü patlayan bendim. “O yanımda durdukça eksik kalan bir şeyler var” diye diye kendimi kemiren bendim. Ama gel gör ki eninde sonunda onu koynuna alan yine bendim!
Elimi yatağın sol tarafına doğru uzattım ve hissettiğim şeyden irkilip gözlerimi açtım. Bu, neden buradaydı? Nasıl olabilirdi ki? Çok uzun değilse de uzun zaman önce onu buradan, bu yataktan göndermiştim ben. Ne zaman, ne aralık geri gelmişti? O kadar çok mu içmiştim, o kadar çok mu yorgundum, o kadar mı kördüm! Ne yapmıştım, nasıl yapmıştım da onu geri getirmiştim? Gitsin diye onca çaba, sonra dönmesin diye daha çok çaba. Sonuç? Aynen başa dönmüştük. Bu kadar mı iradesizdim?
Zaten fark ettim ki, bizim en büyük sorunumuz buydu. Daha doğrusu bizim gerçeğimiz buydu. Ne olursa olsun, hayatımda kim olursa olsun yapamıyordum. Dayanamıyordum. Sıkılmalar, bunalmalar, üstüme üstüme gelmeler, daralmalar, kapana kısılmış hissetmeler derken; kendimi yine onun yanında ya da onu benim yanımda buluyordum. Evet demek ki o kadar iradesizdim. Verdiğim kararları uygulayamayacak, bir şeker hastasının diyetine bağlı kalması gibi sadık olmam gereken sözleri tutamayacak kadar zayıftım. Halbuki her seferinde “bunu kendi iyiliğim için yapmalıyım” kandırıkçılığıyla kendi kendimi avutan bendim. “Yeniden gelmesine izin verirsem bir daha hiç gönderemem” diye ödü patlayan bendim. “O yanımda durdukça eksik kalan bir şeyler var” diye diye kendimi kemiren bendim. Ama gel gör ki eninde sonunda onu koynuna alan yine bendim!
Şehvetimi kırıp, zor kurduğum düzenimi bozup, yamalar daha tutmadan dikişleri söküp yırtıkları açık etmenin ne anlamı vardı? Bir anlamı yoktu! Abartıyor muydum? Ben mi? Daha neler…
Ya da evet, belki de abartıyordum. Yatakta sola doğru dönüp ona baktım. O kadar da kötü değildi. Bir kere tanıdıktı, bildikti. Çok eskiden beri gelen bir hukukumuz vardı. Sonra, o yatağı, kimsenin dolduramadığı kadar dolduruyordu sanki ezelden beridir ona aitmiş gibi. Bana asla müdahale etmez, asla alanıma girmez, beni sıkıştırmazdı. Ha evet beni daralttığı, onun yüzünden kendimi yataktan atıp salonda ki kanepeye taşındığım da çok olmuştu ama yine de, yine de alışmıştım bir şekilde.
Gözüm kırışmış çarşafa, yorganın ondan tarafta kıvrılan ucuna takıldı. Onu hiç rahatsız etmediğine emin olduğum kedili yastık kılıfına sonra… Renkler, dokular, desenler arasında, istisnasız hepsinin üzerinde en belirgin olan oydu çünkü. Altına ya da üstüne ne serersem sereyim, sadece onu görürdüm. Yine onu görüyordum.
Elimi yatağın sol tarafına doğru uzattım. Neden buradaydı? Bu “boşluk” ne zamandır buradaydı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder