Barcelona, Arsenal’e yenildi ya; nasıl garip geldi, biliyor musun? Zaten Barca nın taraftarları maç izlemiyorlarmış artık sıkıntıdan. Ben olsam diyeceğim; olamam, ben Beşiktaşlıyım. Hala acıların çocuğu, güya vefakar ve cefakar ama yol yol ve yer yer enayi. Enayi yerine konmakla ilgili bir problemimiz var zaten. Bir de demezler mi “beğenmeyen stada gelmesin” diye. Biz beğenmediklerimize “gelmeyin” desek, stadın vip kısmında in-cin top oynar.
Oscarları verdiler. Valla ne yalan söyleyeyim, ben baya şaşırdım. Bütün o görkemli ve gişeli filmler dururken neden Zoraki Kral ‘a verdiler dersin ödülü? Her şeye sahip olabilecekken bir şeylere sahip olamadığı için hayatı aksayan insanların bu aksaklığın üstesinden gelişini mi yoksa cesaret, azim, sevgi, sabır ve bıdı bıdı ile aşılamayacak engel yoktur olgusunu izlemeyi mi seviyoruz? Hiç sıkılmadık bu hikayeden ve hiç de sıkılmayacağız. Nerdeyse hepsi buradan yola çıkmamış mıydı zaten: True Grit, King’s Speech, The Fighter. Bu çok dokunaklı ve ilham verici bir hikaye, orası kesin. Bizi bir şekilde bir yerimizden yakalıyor işte.
Kesin olan bir başka şey de bir gün o kırmızı halının kenarında durup çığlıklar atarak yıldızlara bağırmayı deneyeceğim. Robert Downey JR geçerken, halıyı altından çekeceğim ki düşsün bende halıyla beraber onu da çekebileyim kendime doğru. O kırmızı halıdan geçen sevgili sinemacı kuzenimse bana el sallamakla yetinecek. “Ah tanrım, nereden nereye geldik” diyeceğim bende. Ve Cate Blanchett neden bu kadar güzel? Yahut nasıl olup da bu kadar güzel? O berbat elbisenin içinde bile ışıldayabiliyorsa bir kadın, gerçekten çok ama çok güzel olmalı. Bir de hiç zorlanmadan sempatik olabilmeli Sandra Bullock gibi mesela. Zaten zorlanınca sempatik olunamıyor, daha çok çıngırak yutmuş gibi gereksiz her yerde, gereksiz her şeyi yaparak sadece rahatsızlık veriyor insan. Bu kadar çok ötmemek lazım!
Blogları kapatıyorlar; tek tek değil canım, toptan. Neden önemli? Çünkü bu da bir blog: bkz: okuyorsunuz. Ama ondan önemlisi, bu, benim hayatımın bir parçası. Günlük, sırdaş, oda, hücre, ev, yatak, meydan, sahne… Hepsi. Elimden alabilme yetkisini ne Digitürk e ne de bir başkasına veremezsiniz. Ben vermedim. E benim bloğum, yetkiyi de ben vermedim, kim verdi? Babası kim bu çocukların yahu!
Darmadağınık yazdım çünkü kafamda darmadağınık oldu. İş, güç, bi dünya saçmalık. Ha benim bu dağınık kafamı bir şişe beyaz şarap eşliğinde aralayabilen arkadaşlar da oldu, olmadı değil. Hatta bir de üzerinde Kıvanç Tatlıtuğ yatan (resim olarak yahu) bir pasta ile bana sürpriz yapan arkadaşlar bile oldu! (Ah insan, o pastayı kesmeye neresinden başlayacağını sapıtıyor. E yatıyor adam öyle, boylu boyunca kremalar içinde, ne yapayım?) Velhasıl kelam, şanslı bir kulum bu dünyada aslında.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder