24 Mart 2011 Perşembe

KAYIP

 Odanın halısız zemininde boylu boyunca yatan siyah renkli, parlak külotlu çorap; buraya nasıl geldiğini hatırlıyor musun? Soruyorum, çünkü ben hatırlamıyorum. Dün gece, bir saate kadar şimdi yer yer morluklarla bezeli bacaklarımdaydın ama ya sonra? Da neyden sonra? Bir sonra için, bir önce lazım ama bende ikisi de yok. İpin koptuğu yer hakkındaysa en ufak bir fikrim yok. O zaman yeniden başımı beyaz yastığıma koyup, yeniden gözlerimi kapamalı ve hatırlamaya çalışmalıyım. Yastık kılıfının köşesinde ki kırmızı, biri küçük biri orta boy iki damlanın kan olup olmadığını merak etmeye devam etmeliyim. Sırf cevaplarından korkuyorum diye, bu ve benzeri soruları sormaktan kaçınmamalıyım: ben, yatağıma nasıl geldim? Taksi, dolmuş, otobüs... Ama bunlardan herhangi biri ile gelebilmem için bile önce bunlara binmiş, sonra inmiş hatta aralarda bir de para vermiş olmalıyım. İnsan bilinci kapalıyken sadece otomatik vücut hareketlerini devam ettiriyor olmalı diyeceğim ki; yürümek, oturmak, kalkmak gibi ama dolmuş/taksi/otobüs şoförüne "sahilden" demek bir refleks olmasa gerek? O zaman beni buraya kadar biri getirmiş olabilir mi? Olamaz. Getirebilecek tek "biri" ni bırakıp çıktım o yüksek tavanlı, beyaz binadan.


Eski Beyoğlu evleri, her biri artık ofise dönüşmüş evler... Ben çıkıp giderken yerinden kalkmaya bile zahmet etmeyen "biri" nin beni evime kadar getirmiş, soymuş ve yatağıma yatırmış olması imkansız. İşte tam burada yine bu bacaklarımda ki yer yer yer işgal eden morluklara takılıyor gözüm. Nedir bunlar değil derdim, nedendir bunlar? Yani neyden olmuş olabilir? Sanki biri eline bir kepçe alıp orantısız boşluklar bırakarak bacaklarıma vurmuş gibi. Yuvarlakla oval arası lekeler. İçlere doğru yeşilleşen, dışlara doğru mor ve en dışında sarımsı bir halka ile çevrili lekeler. İşaret parmağımla yeşilimsi ortasına bastırınca inliyorum. İnlememem mümkün değil çünkü parmağımın değdiği yer sanki derim değil, derimin altı, sinirlerimin geçtiği bir yerler. Tek bir morluğa dokunmam hepsini acıtmaya yetiyor. Az da değiller ki! Tek bacağımda kalçamdan bileğime kuş bakışı en az sekiz tane var. Bahsi geçen sol bacağım olur; sağ bacağımda rakam beş civarına düşüyor.

O eski Beyoğlu evlerini tavanları neden o kadar yüksek oluyor(muş)? İnsana nedensiz bir ferahlık veriyor. Duvarlar da beyaz zaten sanki Beyoğlu eskiden revirler sokağıymış gibi. Ahşap, gıcırdayan zeminler, tavana kadar uzayan kulplu kapılar. Demir yatak başları olmalı o kapıların örttüğü odalarda. Başka türlü yatak konmaz! Yatak da gıcırdamalı ama sessiz sessiz. Olur ya hani, sadece sağa sola dönerken hissedilen ama duyulmayan türden bir gıcırtı. Sanki yatağın aidiyetini arttırır cinsten bir şey, bir his bu. Şimdi benim sırt üstü uzandığım bu yataksa modern zaman bazalarından. Yerden bilmem kaç santim yüksek, elimi sarkıtsam zemine değemem. Yastığımı, yatağın siyah deri başlığına yaslayıp, ben de ona yaslanıyorum. Bakıyorum üzerimde sadece elbisemin içine giydiğim siyah ipek kombinezon, elimde kolumda kulağımda hiç bir şey yok. Küpe, yüzük, bilezik, kolye, hiç bir şey! Hepsi kaymış düşmüş sanki bir yerlere. Yere eğilip bakıyorum, kırmızı tabanlı siyah topuklu ayakkabılarım, yerde yan yatarak V şekli yapmışlar. En azından onlar gelmiş benimle. Bir de neden sonra gözüme ilişen, ta yatağın diğer ucunun köşesi hizasında yerde toparlak olmuş fuşya rengi elbisem.

Biraz su içip kendime gelmek için yanı başımda duran sehpada ki bardağa uzanıyorum. Uzanıyorum ama suyu içemiyorum çünkü içinde iki yüzük ve bir çift küpe yüzüyor. Elimde ki uzun cam bardağa afallamış bir halde bakıyorum. Bunları bunun içine ben mi koydum? İyi ama neden böyle bir şey yapayım ki? Hani yatmadan önce parmağımdan ve kulağımdan çıkarıp, nereye attığıma bakmadan sehpaya attım desem; hepsini birden bardağın içine isabet ettirmem zor değil mi? Gerçi bardağın ağzı biraz genişce, o yüzden olabilir de ama... Bardağı aynen yerine bırakıyorum ama bırakırken sağ elimin iki tırnağının kırık olduğunu fark ediyorum. Kenardan kırk beş derece eğimle kırıldıkları yerden siyah ojelerim soyulup açılmış. Nefret ederim tırnaklarımın kırılmasından! Beni hiç bir şey o anda yataktan kaldıramaz sanıyordum ama işte şimdi, sırf törpü için kalkmam gerekiyor. Bu şekilde bir dakika daha kalamam bu yatakta. Kalkmak için davranıyorum, ama yok, kalkamıyorum. Sırtım yastığa dayalı, iki elim iki yanımda, öylece kalakalıyorum yatakta. Bir Tarantino filmi sahnesi gibi, siyah ojeli ayak tırnaklarıma bakıyorum oturduğum yerden. Oynatmaya çalışıyorum, bir gayret baş parmağım anlamsız bir kıvrılma ile bana cevap veriyor. Ama yok, daha büyük bir hareket için hazır değil, görebiliyorum. Yeniden sehpada ki altın yüklü bardağı alıp, iki yudum su içiyorum. Tadı daha tuhaf olur zannetsem de değil, belki tad almayı da yarım yamalak beceriyorum şu anda, bilmiyorum ki... Uyandığımdan beri ilk defa, ciddi anlamda korkuyorum. O ana kadar akşamdan kalma, hafıza kaybına uğramış, kafamı bir yere çarpmış ya da komple kendimi bir yere çarpmış olma ihtimallerini kafamdan geçirsem de şimdi gerçekten ne olduğunu bilmek istiyorum! Bana ne olduğunu, neden ve nasıl bu hale geldiğimi bilmek istiyorum! Hatırlamak istiyorum!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder