Güzel bir hafta sonu hayalim vardı; evde ayaklarımı uzatıp battaniyenin altında Oscar adayı filmleri izleyip çay içmek gibi. Hatta altına kekler dizili çikolatalı puding bile yapmıştım. Ama...
İçinizin acısı yüzünden dünyanın en basit zevklerini bile kursağınızda bırakan şeye "insan olmak" denir. Hani bilmeyenler için. Hani nasıl ırkından ve dininden önce neysen, cinsiyetinden de önce olduğun şey. Ondan ötürüdür ki önce bir insanın bir insana bunu nasıl yaptığı sorusuyla geçirirsin o hafta sonunu. Sonra bir alt basamağa inersin.
Bir "dinci" gazetenin dangoz yazarının sadece kendi eşrafına yaranmak için kurduğu iğrenç cümledeki tek doğru taraf; bunun sadece bizim ülkemize özgü bir durum olmadığı. İnsanlığın yaradılışından itibaren süregelen ve gelişen ve ne yazık ki ve en acısı yer yer kadınlar tarafından da desteklenen "kadın konumlandırması" nedeniyle buradayız. Burada; bir dere yatağında yatan, bir güzelce kızın cesedinin başında...
Bizim ülkemize özgü olarak da, tüm bu konumlandırmaların ve hatta var olan derin cehaletin yetmediğine inanmışız gibi bir de kadınla erkeğin bir arada olduğu her alanı daraltmaya çalışıyoruz. Birlikte okumalarının, oturmalarının, konuşmalarının, gülmelerinin, yaşamalarının, birlikte olmalarının "anormal" olduğunu bağırıyoruz. Sonra ne mi oluyor? İnanıyorlar! Bir kadının, bir erkekle aynı ortamda olmasının anormal olduğuna, daha fenası o kadının anormal olduğuna inanıyorlar. Sokakların, caddelerin, şehirlerin, mekanların kendilerine ait olduğuna inanıyorlar. Ama değil. Ne cehaleti belinden aşağı inmiş adamların, ne de onların paçalarından tutan gaddar kadınların; bu sokaklar, bu caddeler bizim!
Kendinizi kötü, yanlış hissettirmelerine izin vermeyin. Yanlış olanın ne olduğunu biliyoruz. Giydikleriniz, söyledikleriniz, gittiğiniz yerler, saatler, kişiler için sizi yargılamalarına izin vermeyin. Ne olursa olsun siz hatalı çıkacaksınız diye sizi korkutmalarına, korkutup sindirmelerine izin vermeyin. Sinmeyin!
Sadece kendi etrafımdaki üç metre karelik alana sığan bir kaç kadın bile yüzde yüz oranla taciz hikayelerinden bahsederken; bu, bizden kilometrelerce ötede bir varlıkmış gibi davranmaya gerek yok. Hepimiz bu işin içindeyiz. Boğazımıza kadar battık. Çıkışımız da ancak beraber olacak.
Erkeklik taslamanıza, erkek olarak bizi kendinizden korumak için önlemler uydurmanıza değil; birbirimizi birbirimizden korumak zorunda olmadığımız normalliğe ihtiyacımız var. O yüzden tecritten başka bir şey olmayan "ayrı toplu taşıma araçları" projeleri gibi günü kurtarıp asıl sorunu -hala- yok sayan icatlar çıkarmayın!
Biz kadınlar da iki yüzlülüklerimizden sıyrılalım. Kadını ilk yargılayan hep bir kadındır. Birbirimizin kıyafetlerini, yürüyüşlerini, konuşmalarını, söylediklerini dideler dururuz. Tatlı tatlı atışmalardan bahsetmiyorum; yargılamalardan, ayıplamalardan, "cık cık" nidalarından bahsediyorum. İçinizdeki "pencere önünde oturmuş etrafı kolaçan eden mahalle arası teyzesi" ni yok edin diyorum. Tek bir kadın bile, başka bir kadın için "e ama o da" diye başlayan bir cümle kuruyorsa; o dava kaybedilmiş bir davadır.
Kendini bir anda "kadın koruması" ilan edenlere prim vermeyin. Onlar hala kadını "korunacak bir varlık"; erkekleri de "dinginlenemez sapkınlar" olarak ilan etmekten başka bir işe yaramıyorlar. Günlük hayatta kimse, sırf birilerinden korunmak için yerini ya da işini ya da yolunu ya da bindiği aracı değiştirmek zorunda değil! Olmamalı. Zaten, hikaye bu.
Ve artık idamdan konuşmayın çünkü can acısıyla atılan bu idam çığlıklarını, salyaları akarak bekleyenler var. Ve o bekleyenler sanmayın ki adalet için bekliyorlar. İran'da kendi tecavüzcüsünü öldürdüğü için asılan 26 yaşındaki Reyhani Cabbari'yi unutmayın. Ve sanmayın ki cana karşı can alarak adalet sağlıyorsunuz. Bu bir çırpıda verebileceğiniz kadar basit bir karar değil, acınıza aldanmayın.
Karabasan gibi günler bunlar, evet. Pek çok kadın için de sakladıkları sandıkları dürtüyor. Ama bassın, dürtsün, bu sayede birilerini silkelesin; silkelesin çünkü düşen her çürük meyve kardır bu hayatta...
İçinizin acısı yüzünden dünyanın en basit zevklerini bile kursağınızda bırakan şeye "insan olmak" denir. Hani bilmeyenler için. Hani nasıl ırkından ve dininden önce neysen, cinsiyetinden de önce olduğun şey. Ondan ötürüdür ki önce bir insanın bir insana bunu nasıl yaptığı sorusuyla geçirirsin o hafta sonunu. Sonra bir alt basamağa inersin.
Bir "dinci" gazetenin dangoz yazarının sadece kendi eşrafına yaranmak için kurduğu iğrenç cümledeki tek doğru taraf; bunun sadece bizim ülkemize özgü bir durum olmadığı. İnsanlığın yaradılışından itibaren süregelen ve gelişen ve ne yazık ki ve en acısı yer yer kadınlar tarafından da desteklenen "kadın konumlandırması" nedeniyle buradayız. Burada; bir dere yatağında yatan, bir güzelce kızın cesedinin başında...
Bizim ülkemize özgü olarak da, tüm bu konumlandırmaların ve hatta var olan derin cehaletin yetmediğine inanmışız gibi bir de kadınla erkeğin bir arada olduğu her alanı daraltmaya çalışıyoruz. Birlikte okumalarının, oturmalarının, konuşmalarının, gülmelerinin, yaşamalarının, birlikte olmalarının "anormal" olduğunu bağırıyoruz. Sonra ne mi oluyor? İnanıyorlar! Bir kadının, bir erkekle aynı ortamda olmasının anormal olduğuna, daha fenası o kadının anormal olduğuna inanıyorlar. Sokakların, caddelerin, şehirlerin, mekanların kendilerine ait olduğuna inanıyorlar. Ama değil. Ne cehaleti belinden aşağı inmiş adamların, ne de onların paçalarından tutan gaddar kadınların; bu sokaklar, bu caddeler bizim!
Kendinizi kötü, yanlış hissettirmelerine izin vermeyin. Yanlış olanın ne olduğunu biliyoruz. Giydikleriniz, söyledikleriniz, gittiğiniz yerler, saatler, kişiler için sizi yargılamalarına izin vermeyin. Ne olursa olsun siz hatalı çıkacaksınız diye sizi korkutmalarına, korkutup sindirmelerine izin vermeyin. Sinmeyin!
Sadece kendi etrafımdaki üç metre karelik alana sığan bir kaç kadın bile yüzde yüz oranla taciz hikayelerinden bahsederken; bu, bizden kilometrelerce ötede bir varlıkmış gibi davranmaya gerek yok. Hepimiz bu işin içindeyiz. Boğazımıza kadar battık. Çıkışımız da ancak beraber olacak.
Erkeklik taslamanıza, erkek olarak bizi kendinizden korumak için önlemler uydurmanıza değil; birbirimizi birbirimizden korumak zorunda olmadığımız normalliğe ihtiyacımız var. O yüzden tecritten başka bir şey olmayan "ayrı toplu taşıma araçları" projeleri gibi günü kurtarıp asıl sorunu -hala- yok sayan icatlar çıkarmayın!
Biz kadınlar da iki yüzlülüklerimizden sıyrılalım. Kadını ilk yargılayan hep bir kadındır. Birbirimizin kıyafetlerini, yürüyüşlerini, konuşmalarını, söylediklerini dideler dururuz. Tatlı tatlı atışmalardan bahsetmiyorum; yargılamalardan, ayıplamalardan, "cık cık" nidalarından bahsediyorum. İçinizdeki "pencere önünde oturmuş etrafı kolaçan eden mahalle arası teyzesi" ni yok edin diyorum. Tek bir kadın bile, başka bir kadın için "e ama o da" diye başlayan bir cümle kuruyorsa; o dava kaybedilmiş bir davadır.
Kendini bir anda "kadın koruması" ilan edenlere prim vermeyin. Onlar hala kadını "korunacak bir varlık"; erkekleri de "dinginlenemez sapkınlar" olarak ilan etmekten başka bir işe yaramıyorlar. Günlük hayatta kimse, sırf birilerinden korunmak için yerini ya da işini ya da yolunu ya da bindiği aracı değiştirmek zorunda değil! Olmamalı. Zaten, hikaye bu.
Ve artık idamdan konuşmayın çünkü can acısıyla atılan bu idam çığlıklarını, salyaları akarak bekleyenler var. Ve o bekleyenler sanmayın ki adalet için bekliyorlar. İran'da kendi tecavüzcüsünü öldürdüğü için asılan 26 yaşındaki Reyhani Cabbari'yi unutmayın. Ve sanmayın ki cana karşı can alarak adalet sağlıyorsunuz. Bu bir çırpıda verebileceğiniz kadar basit bir karar değil, acınıza aldanmayın.
Karabasan gibi günler bunlar, evet. Pek çok kadın için de sakladıkları sandıkları dürtüyor. Ama bassın, dürtsün, bu sayede birilerini silkelesin; silkelesin çünkü düşen her çürük meyve kardır bu hayatta...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder