İnsan tanımakta ne kadar başarısız olduğum ve hızlı karar vermekle ilgili bir sorunum olduğu başımdan geçen berbat evlilikten belliydi.
Yirmi beş yaşın verdiği heyecan ve "ne yapıyorum ben" sorgulamasını sağlaması gereken hücrelerin (ve tabi beyin hücrelerimin) eksikliği nedeniyle hepi topu üç aydır tanıdığım adamın evlilik teklifine "evet" deyivermiştim.
Sonradan kendime itiraf etmek zorunda kaldım ki; sadece sevişebilmek için evet demiştim. Neticede ailemle yaşıyordum, adama karşı o zaman aşk sandığım ama sonradan sadece bildiğin çekim olduğunu anladığım bir şeyler hissediyordum ve bu uzak duramama, dokunmadan duramama, öpmeden duramama, daha fazlasını isteme problemimin tek çözümü evlenmekti. Ki yine sonradan fark ettim ki o da bana sırf benimle sevişebilmek için evlenme teklif etmişti.
Ülkemizdeki cinsel tabuların hayatımı nasıl mahvettiğine dair bir şey anlatmaya çalışmıyorum; otuzundan önce hissedilen pek çok şeyin ağırlıklı olarak hormonsal olduğunu ve çok ciddiye almamanız gerektiğini anlatmaya çalışıyorum.
Neyse, sonuçta ben yirmi beş, o yirmi beş, iki yeni mezun, iş hayatında acemi, aklı bir karış havada şahıslar olarak ailelerimize bile haber vermeden gidip belediyeden gün aldık. O kadar emindim ki doğru bir şey yaptığımdan, en ufak bir vicdan muhasebesi dahi yapmıyordum. Dahası ailem de zerre kadar umurumda değildi. Kabul etmeyip te ne yapacaklardı? Çocuk değildim ben artık! Kendi kararlarımı verebilecek yaştaydım.
Hadi oradan!
Düğün yapmadık dersem sanırım şaşırmazsınız. Ben, damat, iki arkadaş. Nikah memuruna evet derken kalbim çatlayacak sandım. Sonra aynı hissi bir de hakim, boşandığımızı ilan ettiğinde yaşamıştım...
Film gibi (en yalın tabiriyle) geçen bir aydan sonra yokuş aşağı inmeye başladık. Ev tutmak, fatura ödemek, eşya almak, hesap yapmak, hesap sormak, alan daraltmak, daralan alanda hareket etmeye çalışırken birbirine çarpmak ve yaralamak... Bunlar o kadar hızlı oldu ki daha tuttuğumuz eve tam yerleşememişken ayrılmaya karar verdik.
Uzatmayalım, zaten güzel bir hikaye de değil. Travması bir zaman sürdü, yeniden kendime güvenmek vakit aldı ama en sonunda her şey bittiğinde bunun da düşünerek hareket etmek üzerine bir ders olduğuna karar verdim.
Hadi oradan!
Ders tabi ama alırsan! Yahu başından bunu bir kere geçirmiş bir insan bu konularda akıllanmaz mı? Bir durup düşünmez, tartmaz mı? Her yeni tanıştığımız adamın peşinden gözü kapalı gideceksek halimiz nice olur? Şöyle olur; kendini bir çukurun dibinde yatar bulursun!
Zaten barda tanışılan bir adamla bir geceden fazla geçirmemek gerektiği yıllar içinde bir çok insan tarafından ispatlandı. Buna ben de dahil. Manyak mıdır, fetiş midir, sosyopat mıdır, psikopat mıdır bilmezsin; o kadar alkolle Karındeşen Jack gelse adam sanırsın, peşinden gidiyorsun. Hadi bir kere gittin diyelim ikinciye neden gidiyorsun? Hadi ikinciye de gittin niye orada kalıyorsun? Hadi kaldın diyelim kapıyı üzerine kilitleyip çıkınca neden pencereden kaçmıyorsun? Basiretin bağlanmış gibi adam geri gelene kadar o evde kalınır mı? Tamam, binanın beşinci katında olabilirsin ama en azından pencereyi aç da bir bağır, bir şey yap di mi? Çok mu önemli tanımadığın bir mahallede rezil olmak? "Olmaz, otuz yaşında kadınım, bununla baş edebilirim, sakin kalmakta fayda var" diye kendini telkin edeceğin yerde sakin falan kalmayıp ortalığı ayağa kaldırsaydın bugün bunları konuşuyor olmazdık. Ya da herkes beni konuşuyor olmazdı...
Hastanenin en çok güneş alan odasının önünde fotoğrafçılar ve muhabirler var. Hastabakıcım ve hastanenin güvenlik memurları onları çıkarmak için son on dakikadır dil döküyor. Çok da fotoğrafı çekilecek bir halim yok aslında. Vücudumun dörtte üçü sargılı. Yüzüm, ellerim ve ayaklarım dışında görünen yerim az, aslında şu anda hareket eden yerim de baya az... Yine de beni zamanında buldukları için şanslıyım.
Doktor son durum hakkında bilgi vermeye gelmeden odanın önünü boşaltmazlarsa iyi bir azar yiyecekleri kesin. Yani beni düşündüklerinden değil bu çaba.
Doktor demişken; doktorum çok tatlı bir adam. Gür kahverengi saçları, yeşil gözleri ve insana güven veren bir sesi var. Tıpkı yabancı dizilerdeki doktorlar gibi... O kadar şefkatli ki; bu dünyada kimseye zarar verebileceğini sanmıyorum. Dün beni kontrole geldiğinde yüzünde tuhaf bir gülümseme vardı muayene boyunca. İster istemez ben de gülümsemeye başladım. Son muayene normalden uzun sürdü. Sonra tam çıkmadan önce elimi sıktığında sanki üzerimden bin voltluk elektrik akımı geçmiş gibi geldi bana.
Evet, insan sarrafı sayılmam ama bu adam farklı, hissediyorum...
Hadi oradan!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder