Çok eski bir hikayeydi bizimkisi; kadın-erkek ilişkileri
tarihinin en eski hikayelerinden biri. Kısa özeti de şu cümleydi: “sen hep
orada mıydın; hiç fark etmemişim”
Ben hep oradaydım. Tam orada, kahve fincanı ile su
bardağının arasındaki boşlukta duruyordum.
Biz günlerimizi, haftalarımızı, aylarımızı ama hepsinden öte
saatlerimizi bir eksenin etrafında geçirdik. Ne kadar içindeysek o kadar
göremediğimiz her şey gibi bunca zaman bir şey göremedik. Belki o yüzden
sonunda gördüklerimize inanamadık.
Bazı cümleler içi taş doluymuşçasına ağırdı ama biz tek bir
dudak hareketiyle sarf edebildik. Hiç bakmadık düştükleri yerde neler oluyor
diye çünkü sandık ki sınırın ötesine gönderdik. Oysa çeperlerimizin darlığına
bakmadan sınırlarımızı o kadar geniş tutmuştuk ki; her şey o sınırların içine
düştü.
Başkalarında kızdığımız, sinirlendiğimiz, nefret ettiğimiz
şeyleri aramıza sokmadık. Sandık ki bu sayede biz hiç yıpranmadan devam
edebiliriz. Sadece özendiklerimiz, beğendiklerimiz, hoşlandıklarımızla doldurduk
etrafımızı bu da bizi mutlu eder sandık.
En sonunda hiç kavga etmeden, tartışmadan, itişmeden, hırpalanmadan
sadece birbirimize gülümsediğimiz bir dünyamız oldu.
Sarf edilen her iyi söz, her güzel cümle bir kramp gibi
midemde. Bana yalan söylüyorsun! Biliyorum. Çünkü ben de söylüyorum. Elimdeki
çatalı sana saplamak istediğim anlarda sessiz kalıyorum. Boynuna atlayıp seni
öpmek istediğim anlarda ise gülümsüyorum. Mesafemiz bu olsun diye yere o
çizgiyi ne zaman çizdik hatırlamıyorum ama her geçen gün kalınlaşıyor çizgi,
biliyorum.
Bir anda sen sen, ben de ben olmaktan çıkıp özendiğimiz,
beğendiğimiz o suretler olduk ya; belki beni o yüzden görmedin. Fark etmemen
normaldi çünkü o, ben değildim.
Yoksa ben hep buradaydım. Tam burada, kahve fincanı ile su
bardağının arasındaki boşlukta.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder