29 Ocak 2012 Pazar

PAZAR SABAHI GERGEDANI



Bu sabah uyandığımda odanın içi güneş doluydu. Elimi neden yatağın sol tarafına attım bilmiyorum ama orada olsaydın göğsüne denk gelirdi. Zaten dönerdim sana doğru, başımı yaslardım omzuna doğru, kolumu da dolardım beline öyle yatardım. Yatardık. Biraz daha uyurduk; Pazar sabahı kalkılmaz zaten di mi hemencecik.
Sonra sen kalkıp yüzünü yıkarken ben yatağı toplardım. "Ne yiyelim?" derdim. Hafta sonları yumurta yerim ben. Hafta içi yemediğim için en azından bir gün yemem lazım diye yerim. Kahvaltı, yumurtasız olmaz Pazar günleri. Ben çayı koymaya mutfağa, sen yumurta, ekmek almaya bakkala. Gazeteyi de alırdın gelirken, eminim.
Bir gece önce içmişiz, bir susuzluğum var o yüzden. Dudaklarım da çatlamış biraz. Zaten sabahları güzel göründüğümü de iddia etmedim hiç! Sen gelene kadar ben çayı ocağa koyarım, peyniri zeytini çıkarırım. Zeytinler, halis zeytinyağı içinde, krımızı biberli kekikli, tam ekmek banmalık. Serde azcık da İzmirlilik var ya... Ben beyaz ekmek yemeyi bıraktım baya önce ama sen şimdi sıcak ekmek bulsan bir yerlerden, off nasıl yenir.
Kahvaltı sofrasını salona kurarız, televizyonun önüne. Eğer kaçırmadıysak ben Penguenleri izlerim Cnbce'de haberin olsun. Bak valla çok komik keratalar. Yoksa magazin programı açarım, görürsün. O kahvaltı sofrasından da bir saat kalkamam ben zaten. Sen de kalkma. Daha zamanımız var, merak etme. O demlikte ki çay bitene kadar vaktimiz var. Hem kahvaltı dediğin, pazar kahvaltısı dediğin böyle uzun uzun, geniş geniş zamanlarda yapılır. Keyif bahanesidir çünkü. Kahvaltıdan sonra o sofra bir dursun ellemeyelim, kaldırırız sonra. Ben bir çekyata sen bir çekyata paylaşırız gazeteleri. Çayları da tazelerim, yeni temiz bardaklarda. O arada bari bir müzik kanalı açalım da, iki şarkı çalsın. A bak televizyonda ki kız Vietnam'ı geziyor. Bunu izlerdik bak, ta savaştan kalma yerleri müze yapmışlar ya. Bu da bana benziyor akıllım, önüne koydukları her şeyin tadına baktı.
Sen gideceksin biliyorum ya, saate bakmaya başlardım az sonra. Göndermesi ne zor gelir seni bu evden. Daha öncekileri saymıyorum, onlar zordu çok zordu ama ben göndermemiştim, sen gitmiştin. Ben zaten dayanamam, kalkarım birazdan oturduğum yerden, yanaşırım senin yanına. Beraber okuyalım gazeteni sen gitmeden. Olmaz mı?
Sonra senin saatin gelirdi, kalkardın. Gidesin de gelmezdi, biliyorum. Ama olsun, ben sana sıkıca sarılırdım böyle. Öperdim yüzünü. Nasıl olsa bunun gecesi de var, olsun derdim. Giderdin. İçim titrerdi. Bulaşıkları yıkardım.
Aptallık neresinde bu işin biliyor musun? Her yerinde! Ne bir gram eksik, ne bir gram fazla, bundan ibaretti istediğim. Ne söz istedim, ne gül bahçesi, ne garanti, ne sözleşme, ne yemin et ne inkar, bu kadardı istediğim. Böyle yanyana, karşı karşıya o kadar.
Ben her gece sana çorba yapardım soğuktan çıkıp gelirsin diye, ben sensiz hiç bir bölümünü izlemezdim dizinin beraber izleriz sonra diye, ben o kadehleri hiç kaldırmazdım ta tepedeki dolaba, tezgahta dururlardı birer kadeh içeriz diye. Ben bir sana bir de mavi battaniyeme sarılırdım, kıskançlık olmasın diye.
İki sabahtır o gergedan yine geldi. İki sabahtır oturuyor üzerimde, senin olman gereken yerde. Gidecek biliyorum, ben bunu da kabulleneceğim biliyorum ama istemiyorum. Anlamak istiyorum da anlayacak bir şey yok biliyorum. Sabah bu çalıyordu, belki ondandır: http://www.youtube.com/watch?v=lW1-N3GHB0w

1 yorum: