O kadar açıktı ki yalan söylediğin, anlamamak mümkün değildi. Gökteki dolunay kadar net ve parlak, kocaman tepemin üzerinde parlarken; anlamamış gibi yapmak da mümkün değildi. O yüzden tek çare tamamen reddetmekti. Yalan söylediğini görmememin tek yolu seni hiç dinlememekti. Seni hiç dinlememenin tek yolu seninle hiç konuşmamaktı. Eğer suyun kenarında durabilirsek, boğulmazdık belki. En iyisi sudan çıkmaktı, gerisin geri sahile doğru yüzmekti. Suların ortasında durmaktan, kulaç atmaktan, ilerlemeye çalışmaktan vazgeçmekti. Kolay mıydı? Hayır, değildi tabi ki... Onca yüzdükten sonra, yeniden o kadar yolu geri yüzmek kolay olur muydu hiç? Yarım kalmış gücünü de buna harcamak kolay mıydı? Kıyıyı görsen bile gitmesi kolay mıydı? Her arkana dönüp bakışında nereden geldiğine, ne kadar mesafe kat ettiğine bakarak üzülmemek mümkün müydü? Boşa mı yüzmüştük bunca mesafeyi. Hem de rüzgarına, fırtınasına, dalgasına, tuzuna rağmen.
Sonunda kıyıya kadar geldiğimizde yine ıslaktık yine ıslaktık işte. Hiç ıslanmamış gibi davranmak nasıl olacaktı? Yorgunluktan kemikler sızlarken, kaslar yanarken hiç yüzmemiş gibi davranmak nasıl olacaktı? Bilmiyordum, hala da bilmiyorum.
Şimdi ıslak ve üşümüş bir halde kıyıda dikiliyorum. Güneş batmış gitmiş, bir tek dolunay kalmış; içinden çıktığım suları ışıl ışıl aydınlatan. Öyle ki, yeniden o sulara girmeye özendiren bir ışıkla tepemde parlıyor. Ama yok, bu yorgunluk yeniden çekilmez. Hem öğrendim ben, çok yandı gözüm tuzunda, çok su yuttum, çok nefesimi tuttum oralarda. Kanmam artık dolunayın o yalancı ışığına.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder