1 Temmuz 2016 akşamı, bir buçuk yıldır yaşadığım Dhaka'da, bir restorana teröristlerin yaptığı baskın sonucu bir çoğu yabancı uyruklu 20 kişi kılıçtan geçirilerek (en sade anlatımı ile) öldürüldü. O gün ben Kamboçya'ya uçuyordum ve kendi ülkemde, İstanbul'da hava alanında bomba patlayalı sadece bir kaç gün olmuştu.
Tatil boyunca, bugüne kadar güvende olduğumu hissettiğim ve aklıma hiç bu tür eylem olasılıklarını getirmediğim, hatta Türkiye ile kıyasladığımda neredeyse güvenliğimi bir tık yukarı çektiğim ülkeye dönünce "durum ne olacak" ı düşündüm. Beklediğimiz gibi oldu: yabancı uyruklular için küçük çapta bir sıkı yönetim, hareket kısıtlılığı (biz buna evden işe işten eve diyoruz) ve etrafta silahlı adamlar.
15 Temmuz 2016'yı 16 Temmuz'a bağlayan sabaha karşı saat 4'de su içmek için uyandığımda telefonumda 450 (abartmıyorum) mesaj vardı. Son zamanlarda tecrübe ettiğim üzere telefonumda ne kadar mesaj varsa ortalık o kadar karışmış demekti. Nitekim de karışmıştı. Ama bu sefer Türkiye'de!
Bunca kilometre öteden kardeşimin, babamın, ailemin, sevdiklerimin iyi olup olmadığını anlamak, o anda ülkede gerçekten ne olduğunu anlamaya çalışmak, bomba-çatışma-F16 ların uçuşu gibi şeyleri okuyunca kafayı yememeye çalışmak çok kolay olmadı. En son sabah altı civarı, yağan sağanak yağmurda balkon kapısını önüne çökmüş sinirden ağlıyordum.
Doğduğun yerin de doyduğun yerin de bir anda sihrini kaybetmesi, yerinin yurdunun silikleşmesi hissi gelip oturdu o gece içime. Hani ortada kalmışsın gibi... Ben hep yüzümü karartmamayı, ne olursa olsun sakin kalmayı, kasvete kapılmamayı düstur edindim kendime. Şartlar bizi ne kadar zorlarsa zorlasın bir şekilde nefes alacak açıklık varsa almak gerektiğini düşündüm. Geçmiş zaman kullandığıma bakmayın, hala öyle düşünüyorum. Hala yüzümü karartmıyorum.
Yaşanan olaylar ile ilgili hepimiz çok fazla yazdık çizdik okuduk, daha da söyleyecek (farklı) bir şeyim yok benim... Aşağı yukarı bir çoğumuz aynı yerdeyiz. Nereden gelirse gelsin şiddetin, baskının, dayatmanın karşısında durmaya çalışıyoruz. Bunun elimizdeki tek ortak payda olduğunu bildiğimiz halde bunu bile ayrıştırmaya çalışıyoruz ki o ayrı mesele. Ve aslında en önemli mesele. Bizi bir tutacak tek şeyi bizi ayırması için kullanıyoruz...
Bugünden sonra Türkiye'de ya da Bangladeş'te ne olacak kısmı biraz(!) puslu. Ya da ben nerede olacağım ve ne yapacağım kısmı ki sanırım bulutlarını açmaya çalıştığım ilk yer orası. İç huzurunuz olmadan nerede olduğunuzun da ne yaptığınızın da bir önemi yok aslına bakarsanız. O yüzden önce bunun peşine düşmek lazım.
"E ne yapacaksın" derseniz...
Bu sabah, evimin arkasındaki nehri seyrettim. Yağmur çiseliyordu ve nehirdeki balıklar pıtır pıtır zıplıyorlardı. Öyle üç beş de değil onlarca balık! O kadar komik görünüyorlardı ki; ben de belki daha çok balık seyrederim diye düşündüm, daha çok nehirde daha çok balık...
Tatil boyunca, bugüne kadar güvende olduğumu hissettiğim ve aklıma hiç bu tür eylem olasılıklarını getirmediğim, hatta Türkiye ile kıyasladığımda neredeyse güvenliğimi bir tık yukarı çektiğim ülkeye dönünce "durum ne olacak" ı düşündüm. Beklediğimiz gibi oldu: yabancı uyruklular için küçük çapta bir sıkı yönetim, hareket kısıtlılığı (biz buna evden işe işten eve diyoruz) ve etrafta silahlı adamlar.
15 Temmuz 2016'yı 16 Temmuz'a bağlayan sabaha karşı saat 4'de su içmek için uyandığımda telefonumda 450 (abartmıyorum) mesaj vardı. Son zamanlarda tecrübe ettiğim üzere telefonumda ne kadar mesaj varsa ortalık o kadar karışmış demekti. Nitekim de karışmıştı. Ama bu sefer Türkiye'de!
Bunca kilometre öteden kardeşimin, babamın, ailemin, sevdiklerimin iyi olup olmadığını anlamak, o anda ülkede gerçekten ne olduğunu anlamaya çalışmak, bomba-çatışma-F16 ların uçuşu gibi şeyleri okuyunca kafayı yememeye çalışmak çok kolay olmadı. En son sabah altı civarı, yağan sağanak yağmurda balkon kapısını önüne çökmüş sinirden ağlıyordum.
Doğduğun yerin de doyduğun yerin de bir anda sihrini kaybetmesi, yerinin yurdunun silikleşmesi hissi gelip oturdu o gece içime. Hani ortada kalmışsın gibi... Ben hep yüzümü karartmamayı, ne olursa olsun sakin kalmayı, kasvete kapılmamayı düstur edindim kendime. Şartlar bizi ne kadar zorlarsa zorlasın bir şekilde nefes alacak açıklık varsa almak gerektiğini düşündüm. Geçmiş zaman kullandığıma bakmayın, hala öyle düşünüyorum. Hala yüzümü karartmıyorum.
Yaşanan olaylar ile ilgili hepimiz çok fazla yazdık çizdik okuduk, daha da söyleyecek (farklı) bir şeyim yok benim... Aşağı yukarı bir çoğumuz aynı yerdeyiz. Nereden gelirse gelsin şiddetin, baskının, dayatmanın karşısında durmaya çalışıyoruz. Bunun elimizdeki tek ortak payda olduğunu bildiğimiz halde bunu bile ayrıştırmaya çalışıyoruz ki o ayrı mesele. Ve aslında en önemli mesele. Bizi bir tutacak tek şeyi bizi ayırması için kullanıyoruz...
Bugünden sonra Türkiye'de ya da Bangladeş'te ne olacak kısmı biraz(!) puslu. Ya da ben nerede olacağım ve ne yapacağım kısmı ki sanırım bulutlarını açmaya çalıştığım ilk yer orası. İç huzurunuz olmadan nerede olduğunuzun da ne yaptığınızın da bir önemi yok aslına bakarsanız. O yüzden önce bunun peşine düşmek lazım.
"E ne yapacaksın" derseniz...
Bu sabah, evimin arkasındaki nehri seyrettim. Yağmur çiseliyordu ve nehirdeki balıklar pıtır pıtır zıplıyorlardı. Öyle üç beş de değil onlarca balık! O kadar komik görünüyorlardı ki; ben de belki daha çok balık seyrederim diye düşündüm, daha çok nehirde daha çok balık...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder