2.Bölüm... (kaçıranlar ve hatırlamak isteyenler için 1.bölüm: http://barikaninkuyusu.blogspot.com.tr/2015/10/barika-asyada-bolum-1.html )
Perhentian Adası'ndan tekrar (daha az sallantılı) bir motor-tekne yolculuğu ile Kota Bharu'ya dönüş, (havlularınızı ve tv kumandasını resepsiyonda kucağınıza verdikleri, tek gecelik, kullan-at tarzı bir otelde) bir gece konaklama, yeniden Kuala Lumpur Havaalanı'na uçuş (tüm tatilin mihenk taşı mübarek!) ve Siem Reap uçuşu.
Kamboçya, Siem Reap... Kamboçya'nın geri kalanı ile ilgili bir fikrim yok (henüz) ama Siem Reap, 180.000 kişilik nüfusu ile Angkor tapınakları sayesinde kurulmuş bir turizm şehri. Her şey turizm üzerine. O kadar ki bütün o çok turist alan beldelerin arsızlığı var üzerinde. "One dollar" çocukları etrafınızı sardı mı kaçmanız zorlaşıyor. Ama o çocuklara bakarken Angelina Jolie'nin neden zırt pırt buradan çocuk evlat edindiğini anlayabiliyorsunuz; o kadar güzeller ki...
Bahsi geçen Angkor, 9.yy dan 15.yy civarına kadar hüküm süren Khmer İmparatorluğu'na ait bir şehir. Hinduizmi benimseyen bu arkadaşlar buna adanmış bir sürü muhteşem tapınak inşa etmişler. En önemlilerinden bazıları dünyada inşa edilmiş en büyük dini yapılardan biri kabul edilen Angkor Vat, üzerinde "Asya'nın Mona Lisa'sı" kabul edilen gülümsemesi ile kral (ayrıca tek Budist kral) Jayavarman'ın yüzünün figürlerinin her yanda olduğu (aynı zamanda megaloman) Bayon, Tomb Rider filminde Lara Croft ablamızın ceylan gibi sektiği Ta Prohm sayılabilir sanırım. Sonra, yani 15.yy dan sonra Budistler gelip bizim Ayasofya'yı iki minare dikip camiye çevirmemiz gibi Buddha heykelleri dikip tapınakları Budist tapınağına çevirmişler. Yani mesele dinlerle değil insanlarla ilgili...
Tapınakların ne kadar etkileyici olduğunu anlatmama gerek yok. Unesco korumaya almış, antik dönem harikalarının hepsi yıkıldığı için (Keops piramidi hariç) 2007'de halk oylaması ile seçilen (ama resmi olarak tanınmayan) dünyanın yeni yedi harikasında finale kalmış (nasıl yani diyen arkadaşlar için: https://tr.wikipedia.org/wiki/D%C3%BCnyan%C4%B1n_Yeni_Yedi_Harikas%C4%B1), mimarisi şahsen benim daha önce gördüğüm hiçbir tapınağa benzemeyen bu yapıtları allayıp pullamama ihtiyaçları yok bence.
Söylemem lazım ki bu ülkede benim için her şey çok farklıydı. İnsanlar, şehirler, yapılar hatta ağaçlar. Ağaç derken; Jack ve Fasulye Sırığı'ndan fırlamış gibi metrelerce, on metrelerce uzayan kocaman dev ağaçlar, tek değil onlarca gövdesi var gibi görünen ağaçlar, yılan gibi kıvrılan, içine Ikea'dan oda döşeyebileceğiniz kovukları olan ağaçlar...
Yeşilin yüzlerce çeşidi, hayvanın tuhaf bir sürü çeşidi hepsi bir arada ve tam gözünüzün önünde. Bir de bulutların yere bu kadar yakın olduğu başka bir yer görmemiştim. Sanki dokunabilecekmişsiniz kadar aşağıdalar ve kocamanlar!
Kaldığımız yerde bu sefer 5 yıldıza terfi ettik ve tabi ki keyfini çıkardık. Sabahtan öğlene kadar kan ter içinde tapınakları gezdikten sonra öğleden sonraları koşarak havuza girip kokteyl içerek sosyal travma yaşattık kendimize.
Gelelim geceler ve cemiyet hayatına... Gecelerden önce Siem Reap'e yerleşmek için kendime bulduğum onlarca nedenden birini paylaşmak istiyorum: biranın elli sent olması. Ciddiyim, sudan ucuz deyiminin gerçek anlamını bulduğu bu yerde yaşamayıp nerede yaşayayım! Şehirde güzel restoranlar var. Lokal mutfağın yanında (ki bence denenebilir, noodle ve sebzeleri şansı hak ediyor) ortalık yabancı turist dolu olduğu için İtalyan, Meksika vs dünya mutfağından da bir sürü örnek bulabilirsiniz. Night Market denilen gece pazarına (tam çeviri) giderseniz size 100 denen şeyi bir 30'a almadan çıkmayın; raconu böyle.
Eğlenceye gelince adından ne olduğunu anlayabileceğiniz bir Bar Street mevcut. Bu sokağı karşılıklı konumlanmış iki bar domine ediyor. Ama asıl hikaye bu barlarda da değil; sokakta. İçkinin, otun böceğin, çalan müziğin etkisiyle ipini koparan dans etmek için kendini sokağa atıyor (hatta kapının ağzındaki masada oturduğumuz için olacak geçerken beni de kolumdan tutup almayı ihmal etmediler) ve bu dans eden (ve ettiğini sanan) arkadaşların çember olup yaptığı dans atışmalarından ötürü her akşam küçük bir Step Up çevriliyor. Bu arada içlerinde 12 yaşlarında, elinde bir sepetle bileklik satan yerli bir kız çocuğu vardı ki görmelisiniz! Ben hayatımda öyle ayak kullanımı, öyle ritim takibi görmedim. O kadar dans ettiğini sanan adamın arasında o öyle nurlu bir ışık gibi parlıyordu diyeceğim ve biraz edebi abartıya kaçmış olacağım ama ciddiyim. Zaten bi o kıza bi de bana bakınca bizim ülkedeki Yetenek Sizsiniz'i neden bir köpek kazandı anlıyorsunuz.
Bu Asya ülkelerinde genel midir bilmiyorum ama kokteyl denen zıkkımlarda gerçekten alkolden kısmıyorlar aklınızda olsun. Bizdeki gibi Long Island'ın yarısını kola ile yapmıyorlar, dikkat edin, nefesiniz kesilir valla içerken! Bir de kavun kadar bardakta getiriyorlar, hepten saçmalık!
Bu memlekette ilgili son olarak anlatacağım bir şey daha var: başta da belirttiğim gibi Siem Reap tamamen tapınaklar sayesinde var olan daha doğrusu tamamen turizm sayesinde var olan bir şehir. Onun dışında yapabilecekleri fazla bir şey yok. Zaten daha uçak inerken görüyorsunuz, kuru toprak diye bir şey yok ki bir şey yetişsin. Her yer su veya bataklık. Bu durumda yetişebilen iki şey var: pirinç ve balık. Asya'nın en büyük tatlı su kaynaklarından sayılan Tonle Sap Gölü üzerinde 1997'de Unesco tarafından biyo-çeşitliliği nedeniyle korumaya alınan bir yüzen köy var: Chong Kneas. Doğal güzelliği tartışılmaz ve insanın aklına "burada nasıl yaşanır" sorusunu her 30 saniyede bir getiren bir de yaşam tarzı var. Suyun üzerinde evler, kayıktan bakkallar, vs... Her şey yüzüyor!
Beklediğiniz "ama" yı burada koyayım (Aysun'un hah dediği yere geldik): Ama turizm arsızlığı mı gerçekten yardım ve bağışla yürütülen düzene katkı için mi olduğunu bilmediğiniz organizasyonlar var. Size okulları gezdirip zor durumdaki çocukları anlatarak 50 kilo pirinç almanızı sağlamak gibi. Aldık mı, aldık. Vicdanımız rahat, biz çocuklar yesin diye aldık. Ha orada bir pirinç mafyası varsa bu artık onların vebali, ne yapalım. Demem o ki, evet, hayat zaten zor orada, buna şüphe yok (senenin belli dönemlerinde yağmur ve sel nedeniyle normalde 2700 km2 olan göl 16.000 km2 oluyormuş; durumu siz hesap edin işte) ama ikircikleniyorsunuz da...Belki sadece bir Türkler ikircikleniyoruzdur, neticede "şark kurnazlığı" diye bir ekolden geliyoruz.
Güzeller güzeli Siem Reap de özetle bu kadar. Bitti mi? Hayır. Buradan gezimizin son durağı, mihenk taşı, canımızın içi Kuala Lumpur'a (yine!) geçiyoruz.
Devamı yakında...
Not: daha fazla fotoğraf için instagram diye bi'şey var : elvan_tuncer
Perhentian Adası'ndan tekrar (daha az sallantılı) bir motor-tekne yolculuğu ile Kota Bharu'ya dönüş, (havlularınızı ve tv kumandasını resepsiyonda kucağınıza verdikleri, tek gecelik, kullan-at tarzı bir otelde) bir gece konaklama, yeniden Kuala Lumpur Havaalanı'na uçuş (tüm tatilin mihenk taşı mübarek!) ve Siem Reap uçuşu.
Kamboçya, Siem Reap... Kamboçya'nın geri kalanı ile ilgili bir fikrim yok (henüz) ama Siem Reap, 180.000 kişilik nüfusu ile Angkor tapınakları sayesinde kurulmuş bir turizm şehri. Her şey turizm üzerine. O kadar ki bütün o çok turist alan beldelerin arsızlığı var üzerinde. "One dollar" çocukları etrafınızı sardı mı kaçmanız zorlaşıyor. Ama o çocuklara bakarken Angelina Jolie'nin neden zırt pırt buradan çocuk evlat edindiğini anlayabiliyorsunuz; o kadar güzeller ki...
Bahsi geçen Angkor, 9.yy dan 15.yy civarına kadar hüküm süren Khmer İmparatorluğu'na ait bir şehir. Hinduizmi benimseyen bu arkadaşlar buna adanmış bir sürü muhteşem tapınak inşa etmişler. En önemlilerinden bazıları dünyada inşa edilmiş en büyük dini yapılardan biri kabul edilen Angkor Vat, üzerinde "Asya'nın Mona Lisa'sı" kabul edilen gülümsemesi ile kral (ayrıca tek Budist kral) Jayavarman'ın yüzünün figürlerinin her yanda olduğu (aynı zamanda megaloman) Bayon, Tomb Rider filminde Lara Croft ablamızın ceylan gibi sektiği Ta Prohm sayılabilir sanırım. Sonra, yani 15.yy dan sonra Budistler gelip bizim Ayasofya'yı iki minare dikip camiye çevirmemiz gibi Buddha heykelleri dikip tapınakları Budist tapınağına çevirmişler. Yani mesele dinlerle değil insanlarla ilgili...
Söylemem lazım ki bu ülkede benim için her şey çok farklıydı. İnsanlar, şehirler, yapılar hatta ağaçlar. Ağaç derken; Jack ve Fasulye Sırığı'ndan fırlamış gibi metrelerce, on metrelerce uzayan kocaman dev ağaçlar, tek değil onlarca gövdesi var gibi görünen ağaçlar, yılan gibi kıvrılan, içine Ikea'dan oda döşeyebileceğiniz kovukları olan ağaçlar...
Yeşilin yüzlerce çeşidi, hayvanın tuhaf bir sürü çeşidi hepsi bir arada ve tam gözünüzün önünde. Bir de bulutların yere bu kadar yakın olduğu başka bir yer görmemiştim. Sanki dokunabilecekmişsiniz kadar aşağıdalar ve kocamanlar!
Kaldığımız yerde bu sefer 5 yıldıza terfi ettik ve tabi ki keyfini çıkardık. Sabahtan öğlene kadar kan ter içinde tapınakları gezdikten sonra öğleden sonraları koşarak havuza girip kokteyl içerek sosyal travma yaşattık kendimize.
Gelelim geceler ve cemiyet hayatına... Gecelerden önce Siem Reap'e yerleşmek için kendime bulduğum onlarca nedenden birini paylaşmak istiyorum: biranın elli sent olması. Ciddiyim, sudan ucuz deyiminin gerçek anlamını bulduğu bu yerde yaşamayıp nerede yaşayayım! Şehirde güzel restoranlar var. Lokal mutfağın yanında (ki bence denenebilir, noodle ve sebzeleri şansı hak ediyor) ortalık yabancı turist dolu olduğu için İtalyan, Meksika vs dünya mutfağından da bir sürü örnek bulabilirsiniz. Night Market denilen gece pazarına (tam çeviri) giderseniz size 100 denen şeyi bir 30'a almadan çıkmayın; raconu böyle.
Eğlenceye gelince adından ne olduğunu anlayabileceğiniz bir Bar Street mevcut. Bu sokağı karşılıklı konumlanmış iki bar domine ediyor. Ama asıl hikaye bu barlarda da değil; sokakta. İçkinin, otun böceğin, çalan müziğin etkisiyle ipini koparan dans etmek için kendini sokağa atıyor (hatta kapının ağzındaki masada oturduğumuz için olacak geçerken beni de kolumdan tutup almayı ihmal etmediler) ve bu dans eden (ve ettiğini sanan) arkadaşların çember olup yaptığı dans atışmalarından ötürü her akşam küçük bir Step Up çevriliyor. Bu arada içlerinde 12 yaşlarında, elinde bir sepetle bileklik satan yerli bir kız çocuğu vardı ki görmelisiniz! Ben hayatımda öyle ayak kullanımı, öyle ritim takibi görmedim. O kadar dans ettiğini sanan adamın arasında o öyle nurlu bir ışık gibi parlıyordu diyeceğim ve biraz edebi abartıya kaçmış olacağım ama ciddiyim. Zaten bi o kıza bi de bana bakınca bizim ülkedeki Yetenek Sizsiniz'i neden bir köpek kazandı anlıyorsunuz.
Bu Asya ülkelerinde genel midir bilmiyorum ama kokteyl denen zıkkımlarda gerçekten alkolden kısmıyorlar aklınızda olsun. Bizdeki gibi Long Island'ın yarısını kola ile yapmıyorlar, dikkat edin, nefesiniz kesilir valla içerken! Bir de kavun kadar bardakta getiriyorlar, hepten saçmalık!
Bu memlekette ilgili son olarak anlatacağım bir şey daha var: başta da belirttiğim gibi Siem Reap tamamen tapınaklar sayesinde var olan daha doğrusu tamamen turizm sayesinde var olan bir şehir. Onun dışında yapabilecekleri fazla bir şey yok. Zaten daha uçak inerken görüyorsunuz, kuru toprak diye bir şey yok ki bir şey yetişsin. Her yer su veya bataklık. Bu durumda yetişebilen iki şey var: pirinç ve balık. Asya'nın en büyük tatlı su kaynaklarından sayılan Tonle Sap Gölü üzerinde 1997'de Unesco tarafından biyo-çeşitliliği nedeniyle korumaya alınan bir yüzen köy var: Chong Kneas. Doğal güzelliği tartışılmaz ve insanın aklına "burada nasıl yaşanır" sorusunu her 30 saniyede bir getiren bir de yaşam tarzı var. Suyun üzerinde evler, kayıktan bakkallar, vs... Her şey yüzüyor!
Beklediğiniz "ama" yı burada koyayım (Aysun'un hah dediği yere geldik): Ama turizm arsızlığı mı gerçekten yardım ve bağışla yürütülen düzene katkı için mi olduğunu bilmediğiniz organizasyonlar var. Size okulları gezdirip zor durumdaki çocukları anlatarak 50 kilo pirinç almanızı sağlamak gibi. Aldık mı, aldık. Vicdanımız rahat, biz çocuklar yesin diye aldık. Ha orada bir pirinç mafyası varsa bu artık onların vebali, ne yapalım. Demem o ki, evet, hayat zaten zor orada, buna şüphe yok (senenin belli dönemlerinde yağmur ve sel nedeniyle normalde 2700 km2 olan göl 16.000 km2 oluyormuş; durumu siz hesap edin işte) ama ikircikleniyorsunuz da...Belki sadece bir Türkler ikircikleniyoruzdur, neticede "şark kurnazlığı" diye bir ekolden geliyoruz.
Güzeller güzeli Siem Reap de özetle bu kadar. Bitti mi? Hayır. Buradan gezimizin son durağı, mihenk taşı, canımızın içi Kuala Lumpur'a (yine!) geçiyoruz.
Devamı yakında...
Not: daha fazla fotoğraf için instagram diye bi'şey var : elvan_tuncer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder