21 Ekim 2015 Çarşamba

BARİKA ASYA'DA (BÖLÜM 3 - FİNAL)

Ülkenin gündemine necefli maşrapa resmi girmek gibi olacak belki ama biraz kafamızı dağıtalım, biraz gözümüzü topraktan kaldıralım diye tatil serüveninin son halkasını da yazmaya karar verdim. Kaçıranlar ve hatırlamak isteyenler için ilk 2 bölümü bu linklerde bulabilirsiniz:

http://barikaninkuyusu.blogspot.com.tr/2015/10/barika-asyada-bolum-1.html

http://barikaninkuyusu.blogspot.com.tr/2015/10/barika-asyada-bolum-2.html

Siem Reap'ten sonra yeniden Malezya, Kuala Lumpur Hava Alanı'na uçuyoruz. Bir haftada kendisine bu üçüncü ziyaretimiz. Hani orada bir otel tutsaydık da valizleri orada emanete bırakıp gezseydik de olurmuş, neticede kendisi tatilin kürkçü dükkanı mübarek. Peki ya Kuala Lumpur? diyenler için buyurun Kuala Lumpur (ya da onların demesiyle KL): kendisi Malezya'nın başkenti olmakla beraber Ankara ve Osaka'nın da kardeş şehridir (bu kardeş şehir olayını anlamış biri bana da anlatsın lütfen...). Eminiz güzel de bir şehirdir ama biz pek göremedik kendisiniz. Çünkü KL'ye indiğimizde bizi bir sürpriz bekliyordu. Endonezya'da çıkan yangınlarda yanan yüzbinlerce hektar alanın dumanı Singapur ve Malezya gibi yakın ülkelerin de havasını tamamen etkilemişti. O kadar ki şehir komple bir bulutun içinde gibi, sisli ve gri, üstelik hava nefes alınamayacak kadar boğucuydu. Gerçekten de şehrin üstüne duman çöktüğünü görebiliyordunuz. Biz de bu "harika" havada yapılacak en "doğru" şeyi yapıp, şehrin en tepesine çıkıp şehir manzarası izlemeye karar verdik (!)

Nüfusu bir buçuk milyon civarlarında olan şehrin en ünlü yerlerinden biri Petronas ikiz kuleleri. Bir zamanlar (1998-2004 arasında) dünyanın en yüksek binası olan bu binalar, Arap görgüsüzlüğü nedeniyle (bkz: Burj Khalife, Dubai) ünvanını bir süre sonra kaybetti. Ama 452 metre uzunluğundaki bina hala baya yüksek! Kendi adıma yüksek binaları tamamlamak gibi bir hedefim var. Şimdiye kadar Şangay'da 421 mt Jin Mao ve 480 bilmem ne metre WFC binalarına çıkma şansım oldu. Petronas'ı da ekleyince oldu sana üç. Şimdi ilk fırsatta Tokyo'ya ya da Kanada'ya gidebilirsem listede ilerleme sağlayabilirim. Neyin sevdası bu diyen varsa, önce kendi sevdalarına baksın rica ediyorum...

Petronas'ın önce meşhur iki bina arası köprüsünün olduğu 42. katına, sonra da gözlem katı olan 86.katına çıkıyorsunuz (evet, asansörle). Bu arada bir binanın ne kadar yüksek olduğunu anlamanın en iyi yolu tepesine çıktığınızda aşağı bakmaktan ziyade (aşağı bakacaksanız da yandaki fotoğraftaki gibi köşe camlardan bakmalısınız), en yakınındaki binaya bakmak. Bu örnekte de 86.katında durduğumuz kuleden diğer kuleye bakınca ağzınız açık kalıyor.

Kulelerin arkasından gelelim bir sonraki durağımız Kuş Parkı'na. 200 den fazla türle yaklaşık 3000 kuşa ev sahipliği yapan park, dünyanın en büyük korunaklı kuş parklarından biri. Ortamı size şöyle özetleyeyim: geçtiğiniz yolları tavus kuşları kesiyor, hemen yan tarafınızda pelikanın biri tüylerini temizliyor, ağaçlarda rengarenk (abartısız rengarenk) papağanlar oturuyor, tepenizden bir anda hornbill (boynuz gaga) denen tropiğin allahı kuşlar uçuyor... Çocuk gibi hepsini takip edip, hepsini görmek hatta benim gibi zaman zaman hepsini kucağınıza alıp sıkıştırmak istiyorsunuz. Tanrı'ya inanıyorsanız işiniz kolay, bu renklerin, bu türlerin, bu inanılmaz güzelliklerin nasıl yaratıldığı konusunda en azından bir fikriniz vardır...

Parkın içinde papağanların gösteri yaptığı küçük bir amfi-tiyatro var. Dünyanın en zeki hayvanlarından sayılan papağanlar, toplama çıkarma işlemini benden hızlı yapıyorlar! Göndere bayrak çekebiliyor ve araba kullanabiliyorlar. Kendilerinden oluşan bir ekiple bir çok ülkeyi bugünkü halinden daha iyi idare edebilirsiniz. Gösteriden, parkın içindeki şelaleyi geçtikten ve kuşlara, balıklara, çiçeklere aval aval baktıktan sonra sonunda çıkışa gelince yapmanız gereken bir şey daha var: o envai çeşit kuşla fotoğraf çektirmek. Sizi bir banka oturtup kollarınıza, kucağınıza, bacaklarınıza hatta kafanıza bir sürü çeşit çeşit kuş koyup fotoğrafınızı çekiyorlar.  Benim bostan korkuluğu gibi çıktığım fotoğrafı buraya koymuyorum. Zira kuşları bir telefon direğinin üzerine dizselerdi de aynı resim çıkardı..

 Doğa turumuz da bittikten sonra Bangladeş'te olmayan ve bu nedenle zaman zaman eksikliğini hissettiğimiz şeye doğru yöneliyoruz:  Alış veriş merkezi! Mesleki deformasyon ve kişiliğimdeki genel sabırsızlık nedeniyle uzun süredir soğuk durduğum AVM kültürüne bu sayede yeniden bir bakış atma şansım oluyor. Çok bir değişiklik yok fikirlerimde ama hala oyuncakçıları seviyorum sanırım...

Malezya'da yemek içmek problem değil. Bir çok Orta Doğu restoranı da görebilirsiniz. Mesela biz son gün Al Amar adında bir Lübnan restoranında üç kişi, sekiz kişilik yemek yiyerek bundan nasibimizi aldık. Zaten sevdiğimiz Lübnan mutfağı gözümüzde daha da bir şahlandı. Bunun dışında güzel pubların ve barların olduğu bir sokağı da var. Çoğunda canlı müzik bulabilirsiniz. Burada fiyatlar tabi ki daha pahalı. KL'de bir bira fiyatına Siem Reap'de sürahi içiyorsunuz. Ama olsun, burası da bir metropol neticede.

Kuala Lumpur turu da bittikten sonra tatilin de sonuna gelmiş olduk. Harika bir 1 haftaydı bizim için (Aysun ve Erman, sizin adınıza da konuştum ama idare edin). Doğası, kültürü, uçakları, tuktukları, gün batımları, tapınakları, karpuzun kavunun içinde yüzen kokteylleri, iki elinizle tutamadığınız sandviçleri, bıraktım tabağı çatalı servisi, peçete isteyene bile "git kendin al" diyen hippi pizzacıları, saat kurmuş gibi her akşam beşte yağmaya başlayan yağmurları, masajları, güneş yanıkları, hava alanları, filleri, ejderleri, kuşları böcekleri, velhasıl her şeyi ile güzeldi. En çok da arkadaşları ile... Sevgili çiftimize, yapımda ve yayında geçen emekleri ve ilk Asya gezimdeki rehberlikleri için teşekkür ederim.



Yeni maceralarda görüşmek üzere, esen kalın.

Not: Yukarıdaki fotoğrafta en başta Erman, arkasında -şapkalı- Aysun, arkasında bilmediğimiz biri, en arkada da Budist bir rahip görülmektedir.

Daha çok fotoğraf için instagramda: elvan_tuncer

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder