7 Kasım 2013 Perşembe

PELESENK

Otuz yaşımı geçtim (çok kullanıyorum da kendimi alıştırmak için aslında) daha annemle babam beni bir kere bile özel hayatımla ilgili sorgulamadı. Benimle ilgilenmedikleri için mi? Ya da umursamadıkları? Yoksa sadece belli bir yaşa kadar yeterli eğitimi verdikleri ve aklı çalışan, belli ahlaki değerleri olan bir birey olarak yetiştirildiğim için mi?

 Ne zaman içki içeceğime ya da içip içmeyeceğime, kiminle görüşüp kiminle görüşmeyeceğime, birisiyle yatıp yatmayacağıma, evlenmek ya da çocuk doğurmak isteyip istemediğime, hangi işte çalışacağıma, çalışıp çalışmayacağıma, sokağa nasıl çıkacağıma, ne giyeceğime bırakın başbakan ya da hükümet, ailemden birinin bile müdahale etme hakkı yoktur. Onların da ayrıcalığı bana, benim iyiliğim için doğru olduğunu düşündüklerini söyleyebilmeleridir. Beni kendi istediği şekle sokmak için bana bir şeyler dikte etmeleri hatta beni buna zorlamaları değil.

Bu yaşıma kadar beni kimsenin korumasına ihtiyaç duymadım. Allaha şükür çalışan bir beynim, yeterli sayıda beyin hücrem var ve kullanıyorum. Nerede ne yapmam gerektiğini bilecek bir kul olarak yetiştim. Aklıma da hiç, bir gün, koskoca başbakanla kabinenin işi gücü bırakıp benim kiminle nerede kaldığıma karışacağı gelmezdi.

Kişi kendinden bilir diye boşa dememişler. Aklınız hep sapkınlığa, fitneye, fesat düşüncelere kayıyorsa herkes de öyledir sanırsınız. O yüzden bu yaratılmış paranoya, sizde etrafı kontrol etme dürtüsü oluşturur. Amma velakin yapmanız gereken önce kendinizi terbiye etmektir.
Yoksa biz her şeyi kızlı erkekli yaptık. Yemek yaptık, yemek yedik, içtik, gezdik, ders çalıştık, film izledik, güldük, ağladık, birbirimizi teselli ettik, kavga ettik, tartıştık...
Ama hiç hırsızlık yapmadık, yalan dolanla milleti idare etmedik, çalıp çırpmadık, kul hakkı yemedik, fitne fesatla insanları birbirine düşürmedik. Bu durumda hangimiz daha ahlaksız oluyoruz?

Bireysel davranışlar, kişinin ahlak fikri devletin korumasına muhtaç değildir. Bunlar bireysel hayatların parçasıdır. Bireysel kararların. Devlet kişilerin özel hayatlarını kontrol etmek değil suç işlemelerini engellemekle yükümlüdür. Caydırıcı olması gereken şeyler gerçek suçların cezalarıdır: tecavüz, hırsızlık, dolandırıcılık, cinayet, çocuk istismarı. Gel gör ki biz bunları caydıran değil adeta özendiren bir sistemin içinde öğütülüyoruz. Şu anda başımıza gelen ise halkını korumaya değil kendi isteğine göre şekillendirmeye çalışan bir hükümet. Çünkü bu ülkede kadınların öldürülmesi, tecavüze uğraması normal karşılanır hatta bu durumlarda önce kadın suçlanır. Hırsızlık ve dolandırıcılık ise cezalandırılan değil desteklenen, yolunu bulmak olarak adlandırılan bir eylemdir. Her türlü adi suçta hafifletici sebep icat edilir. Ama bunların dışında mesela es kaza muhalif düşüncelere sahipseniz, bir de üstüne bunları dillendiriyorsanız cezalandırılmanız kaçınılmazdır. Yani siz iktidarın isteklerine uymayan bir bireyseniz, yaşam sınırlarınız daralacaktır.

"Biz kimsenin özel hayatına müdahale etmeyiz" diyorsunuz ya; yakın zamanda evlenen bütün arkadaşlarım aile doktorları tarafından düzenli olarak telefonla taciz edildi: gebe misin, ne zaman gebe kalacaksın, gebe kalacak mısın? Bu nasıl bir edepsizliktir? Evli çiftlere arkadaşları bile bunu çekinerek sorarken siz kimsiniz de en mahrem sırlarını öğrenmek için insanları sıkıştırıyorsunuz? Kılıfını kadınların doğum sürecini rahatlatmak, aile yapısını korumak gibi zırvalarla yapmışsınız ama bu ülkede sizden önce de kadınlar hamile kalıp doğuruyordu. Yani bir takip sistemine ihtiyacımız yoktu. Bu burnunuzu yatak odasının kapısına dayamaktan başka bir şey değil.

Doğurun diye bağırıp kürtajı yasaklamak için çırpınıyorsunuz. Hatta koskoca bakanınız kürtajın devlet eli ile doğum engellemek olduğunu söyleyecek kadar acayip konuşuyor. Ama anne olmaya hazır olmadığı halde sırf zorunda kalarak doğuran kadınların ölümlerine neden oldukları bebeklerin vebalini, o kadınların mahvolan hayatlarının vebalini de aynı bakan mı ödeyecek?

Bütün bu tartışmaların arkasında ise bambaşka bir dünya var. Ne zaman ki biri ortaya kırk değil kırk milyon kişinin çıkaramayacağı bir taş atsa, arka planda dünyanın işi dönüyor. Şimdi de öyle... Bütün bu öğrenci evleri tartışmalarının arasında 12 milyon işçinin kıdem tazminatları güme gitti. Yasal düzenlemede yer verilmediği için kıdem tazminatı artık işverenin inisiyatifinde. Alabilene aşk olsun! Dolar 2 tl yi aştı. Ekonomik kriz 2014 itibariyle içimizde. Uluslararası finans kaynakları küçülüyor.

Demem o ki, biz kızlı erkekli bir felakete sürükleniyoruz. Hem de artık açık seçik beyan edilen, sarf etmekten çekinilmeyen cümleler eşliğinde. Bu geçen zaman şunu öğretti ki, kim ki bir şeyi ağzına pelesenk eder; ondan en çok mahrum olan yine odur. Bakınız: adalet, hoşgörü, hak, hukuk, vicdan...

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder