Kıskançlık değil adı ama tam bir karşılığı yok. Sızlayan bir
şey var ama tam bir yeri yok. Birilerini senden daha çok sevdiğini görmek, seni
artık eskisi kadar sevmediğini hissetmek, bir gün herkesin herkesten vazgeçebileceğini
bilmek, bu bilgiyi tekrar etmek, etmek…
“Sevmediysen peki, sen tamamla sonunu…”
“Giden gider boş ver,
kalan sağlar bizimdir”; söylemesi en
kolay ama hissetmesi en zor cümleler sırlamasında ilk ondadır. Çünkü o “giderse
gitsinler”, böyle ellerindeki anahtarla mahallenin bütün arabalarını çizerek
giderler. Ne o kadar pasta ne de o kadar cila vardır.
Ne kadar umursamaz görünürsek o kadar umursarlar bizi gibi
geliyor. Ama ne kadar umursamaz görünsek o kadar umursadığımız için bize ufak
ufak geliyorlar. E zamanında çiziktirdiğimiz o şekiller, serde bilmem nereden
esmiş yiğitlikler, erkeklikler, gereksizi gereklisinden fazla gururlar
nedeniyle de geldikleri gibi gidiyorlar. Gönderiyoruz kendilerini.
Sonuç? Yol geçen hanına çevirmemek lazım mekanı. Geleni gideni
çok olmasın. Devre mülk usulü çalışalım. En fazla bir kişiden bir kişiye ama
ömürlük geçsin. Olmaz mı? İnip çıkıyorsunuz olduğunuz yerde ya, çok inmeseniz
olmaz mı? Çünkü ben o zaman iniyor değil de düşüyor gibi hissediyorum.
Not: Yukarıda resmi bu yazıya cuk diye oturan ve kendisi son bir kaç gündür kafamın içinde çalan Mabel Matiz, yazının içinde ve fonunda size de kendime de armağanımdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder