“Biz ne zaman çıplak ayakla çimlere basacağız… “
http://www.youtube.com/watch?v=u9JELJRHJcI
“Omuzlara güneş vurana kadar yaz gelmiş sayılmaz” derdi
bana. O zamanlar benim belime kadar turuncu saçlarım vardı ve yüzümde çiller. Başımı
omzuna koyup uyuyabildiğim nadir insanlardandı. O kadar nadir ki hepi topu iki
kişiydiler.
Kış insanı değildik biz; oysa sarılmayı bu kadar çok
severken yaz insanı olunur mu? Ne sırnaşıktım ben onun yanındayken. Ne yaramaz…
Eli kolu rahat durmaz. Siz hiç birini tam boynunun çukurundan öptünüz mü? Hani
o gövdeye bağlandığı yerin orada, içine çökmüş küçük çukurdan bahsediyorum. Öpmüşseniz
biliyorsunuzdur, bilirsiniz.
Verandasının merdiveninin son basamağı gıcırdayan bir evde
kalmıştık bir yaz. Sadece bir hafta. Ama yedi günlük bir hafta. Yedi gece, yedi
gündüz. Yedi gece boyunca beni elimden tutup götürdü yatağa, yedi gündüz
boyunca çayı ilk önce benim bardağıma doldurdu. Yedi gündüz ve yedi gece
boyunca öptüm ben de onu. Her türlü çukurdan…
Öğle sıcağında kurumuş tahta basamaklara, denizde ıslanmış
çıplak ayaklarla basıp iz bırakan da bizdik; arkasında kum tanelerinden yollar
bırakarak oda oda gezinen de… O, bele kadar uzun turuncu saçları üşenmeden her
sabah ördü. Ben de her öğlen uykusunda hiç üşenmeden boylu boyunca onun sırtına
yattım.
Benim elimde bir kitap başım onun dizinde, onun elinde bir
kitap kolu benim göğsümde; o ahşap verandadaki beyaz minderli sedirde saatlerce
okuyan da bizdik; gecenin üçünde üzerinde ne varsa atıp koşa koşa denize giren
de.
O yedi gece ve yedi gündüzün sonunda ben artık dünyanın gerçekten
de yedi günde yaratılabileceğine inanmıştım. Biz bile yarattıysak; O nasıl
yaratmasındı. Ama ben hep erken inanırdım. Ve hep çok…
Puslu, gri, çirkin bir İstanbul kışının öğleden sonrasında,
çenemi avcuma yaslayıp sordum: “Biz ne zaman çıplak ayakla çimlere basacağız?”
Havadan daha puslu ve gri bir cevap verdi bana: “Konuşmamız lazım…”
360ları yap :)
YanıtlaSil