Eskileri karıştırırken, şimdi bakınca bir zamanlar nasıl olupta kullandığınıza şaşırdığınız ya da neden aldığınıza dair en ufak bir fikriniz olmayan saçma sapan şeyler bulursunuz. Benim şifonyerimin üst çekmecesinde ki bilekleri tüylü, bordo kadife eldivenler gibi. Bu aşağıdaki yazıyı da eski kayıtları okurken buldum. Başlığı yok, toplamda kayıtlara göre on üç kişi okumuş, bana kalsa kimse okumasaydı derim. Çünkü tam bir saçmalık! Evlenmeye niyetim varmış, haberim yok!
http://barikaninkuyusu.blogspot.com/2011/09/sevgili-blog-bir-adam-buldum.html
O zaman "neden yazdın" diyorsanız; aslında yazının içinde vermişim cevabını: kafam güzelmiş be! İnsanın kafası güzelken kimlere, neler yazabildiğini sanırım hepimiz biliyoruz. Bilmesek iyiydi ama biliyoruz. O telefonların o körolasıca gönder tuşu, "emin misiniz" diye sormaya programlansa ne geceler, pardon, ne sabahlar kurtulur. Yazdığımız her b*ka, arama motorlarında "bunu mu demek istediniz" diye sorarken iyi, buna da sorun!
"Ulan hakikaten bunu mu yazmışım ben dün gece" ve "ulan hakikaten ona mı yazmışım ben dün gece" cümleleri ile zehir olan nice sabahlar... Bir ertesi gün hapı da buraya lazım. Neyse ki ben koşarak bloğuma yazmışım. Otokontrol dediğin tek dişi kalmış canavar.
Bu yazıyı yazdığım -ki bir yıl olmuş- adam bugün nerede, ne yapıyor bilmiyorum (Aslında biliyorum ama gıyabında. Yani ayrıntısını bilmiyorum. Aman bilmeyeyim zaten, ne hali varsa görsün, hıh!) Daha fenası, bunu yazabileceğim belki de son adam için yazmışım; o kadarını hatırlıyorum. Bundan daha da fenası (düşünün artık!), bu laf öyle küt diye söylenecek laf mı? Hey Yarabbim! Ne içtiysem ben o akşam!Tarih, büyük yanılgılarda doludur, bilirsiniz. Benim tarih zaten Allah'a emanet.
En son o kafaya gelecek kadar içtiğimde Taksim Meydan'ında ağlıyordum. Zat-ı muhterem bilirler; çok pis ağlarım. Ama o kafaya gelmenin içmekle ya da ne içtiğinle ya da ne kadar içtiğinle ilgisi yoktur. Kafa, öyle bir yerde, öyle bir adama, öyle bir takılmıştır ki; bir bardak su bile getirir seni oraya. En tehlikeli zamanlardır, en tehlikeli akşamlardır, gecelerdir ve en berbat sabahlardır.
Özlemiş miyim ne? Yoksa sadece kaşınıyor muyum? Eylül ayına veriyorum bu durumu.
Ve size bir tavsiye: Bir yerlerde Hectorlar varken Parislerle vakit kaybetmeyin. Ben de etmeyeyim. Öptüm sizi.
En son o kafaya gelecek kadar içtiğimde Taksim Meydan'ında ağlıyordum. Zat-ı muhterem bilirler; çok pis ağlarım. Ama o kafaya gelmenin içmekle ya da ne içtiğinle ya da ne kadar içtiğinle ilgisi yoktur. Kafa, öyle bir yerde, öyle bir adama, öyle bir takılmıştır ki; bir bardak su bile getirir seni oraya. En tehlikeli zamanlardır, en tehlikeli akşamlardır, gecelerdir ve en berbat sabahlardır.
Özlemiş miyim ne? Yoksa sadece kaşınıyor muyum? Eylül ayına veriyorum bu durumu.
Ve size bir tavsiye: Bir yerlerde Hectorlar varken Parislerle vakit kaybetmeyin. Ben de etmeyeyim. Öptüm sizi.
Parislerle zaman kaybetmeyin. Güzel tavsiye!
YanıtlaSilBen bir de blogun ismine bayıldım. Nefis bir isim bulmuşsun. Çatlayacağım kıskançlıktan;)
hahaha teşekkürler ya :) çok sevindim bayılmana ama çatlamana sevinmedim inan ;)
Sil