Gerçek sorunlarımızın yerine yani derinde duran ve yer değiştirmeyen, dalgalar gelip gitse de kıpırdamayan sorunlarımızın yerine sığda kalanlardan konuşuruz hep. Onlar dalganın şiddetine, sıklığına ve varlığına göre değişirler. Bir günden diğer güne değişen konu başlıklarıdır sadece ama konuşması kolaydır. Çünkü derindekileri konuşmak için derine inmek gerekir ve dalanlar bilir ki suyun altı muhteşem tekinsizliktedir.
Ve yine dalanlar bilir ki, çok derine tek başına inilmez. El gerekir...
El istemekten bir zaman önce vazgeçmiştim. Elim zamanında çok defa havada kaldığından olsa gerek. Gel gör ki nedendir bilinmez iflah olmaz bir inadım var. İflah olmaz bir inancım. Bir o kadar da sağlam eller tuttum, ondan olsa gerek.
Dertsiz başımıza dert aradığımız zamanlardan, aralamak için sıraladığımız zamanlara geldik. Geçtik, gidiyoruz...
Dalanlar bilir ki, derinde ne varsa onu tek başına görmek istersin, tek başına yüzleşmek ama gördüğün şey bazen o kadar acayiptir ki "bir de sen baksana" demek istersin. Demek için o anda dönersin. Döndüğün yerde ne varsa onu görürsün.
Bu yazıdan üç elma düşmüş:
Birincisi: Dalmasını bildiğini bildiğim birine vakti zamanında söylemiştim; sadece aşktan meşkten dem vurdum sayılmış, çapı çok daha geniştir, bir yanlışlık olmasın: "sen bana bakma, ben senin baktığın yönde olurum" Yeri geldi diye söylüyorum ki anlattığımızdan fazlasını dinleme kudreti vermiş yaradan; elimizi es geçme.
İkincisi: Derinlerde olduğunu bildiğim birisi; ne kadar uzakta ve ne kadar yabancı olursak olalım, dertlerimizin bir tarafı ortak. Şimdi senin düşe kalka geçtiğin o yolun sonunda bekliyorum ben. Yaraları sarmak zaman alıyor ama inan hiçbiri göründüğü kadar derin değil. Ne kadar çabuk kapandıklarını görünce şaşıracaksın. Sözümüzü es geçme.
Üçüncüsü: Ciğerlerin yetmiyor biliyorsun, o yüzden nefesini tutma. Her derdi derine indirmeye çalışma bırak yüzeyde kalsınlar. Suyun üstü de suyun altı kadar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder