Bir gece önce elimde
telefon, yatağın yan tarafında benim adam, uslu uslu yatıyorduk ki beni şeytan
dürttü. Mübarek şeytanın da (anlam kayması) gecenin o saati işi gücü yokmuş,
geldi beni dürttü. “Bana baksana bi’ sen” dedi, “ne bu rahatlık?” Elimden
telefonu bırakmadan “anlamadım” dedim. Daha da bir sokuldu bana, o kadar ki
nefesi kulağımın içinde “tamam, belki üç yıl oldu yatağına gireli ama ne bu
rahatlık, eminlik” Telefonu kucağıma koydum, neden emin olmayacakmışım ki dedim
içimden kendisine. Pis pis sırıttı mendebur: “İnsanoğlu -ki yaratılışını
bilirim sıpanın- çiğ süt emmiştir, her
an her şey beklenir”. Haklı, beklenir, insanoğlu bu; dünya üzerindeki yüzlerce
canlının soyunun tükenmesinden sorumlu falan, sicili epey karışık. “E ne yapacağız” dedim. Sanki kuyuya taşı atan
kendisi değilmiş gibi “bilmem” dedi. Saat olmuş gecenin ikisi, tepemin tasını
attırmaya mı geldi bu iblis derken hala kucağımda duran telefona baktım. Sonra benim
adamın yattığı taraftaki komodinin üzerinden turan telefonuna. Bakışımı yakalayan
şeytan yine pis pis sırıttı. Doğru yoldaydım (buradaki doğru baya görecelidir,
üstüne varmayınız). Tabiri caizse horul horul uyuyan sevgilimin üzerinden
sarkıp telefona uzandım. Birkaç saliselik bekleme ve durumu kontrol etme
sırasında kalbimin çarpıntısından üzerimdeki saten atletin dantelleri bile
titredi sanırım. Şimdi uyanıp gözünü açsa, ben böyle üzerinden komodine doğru
uzanmış, ne yapıyorsun dese? Aman, allah aşkına, bir erkeğin dikkatini dağıtmak
ne kadar zor olabilir ki; hele de üzerindeysen…
Telefonu alıp sessiz ve yavaşça tekrar arkama yaslandım. Top
atılsa uyanmaz sevgilim, horultusunu dahi kesmeden uyumaya devam etti. E ben şimdi ne yapacaktım bu telefonla? Baktım şeytan almış başını gitmiş bile. Pis mendebur ne olacak! Verdi elime telefonu kaçtı şerefsiz. E o zaman koy yerine yat uyu di mi? Hadi canım sizde, unuttunuz mu bu hikayenin kadın kahramanı benim, kadınım yani, yani o telefonu artık yerine koyamam.
Saf sevgilimin de saf ben gibi açılış şifresi, parolası, kodu modu olmadığı için hart diye açıldı telefon. Duvar resmi de bizim geçen sene Datça’da çektirdiğimiz fotoğraf, saçlarım güneşten neredeyse turuncu olmuş, burnumda çiller çıkmış, o da bir tür sarı esmer olmuş. Dile kolay on beş gün yattık Datça’da güneşin altında, normaldir.
Menüyü izleyerek önce Facebook’a baktım, normallikten ölecek bir ana sayfası var, mesaj kutusu desen maç organizasyonu yapmak isteyen bir erkek grubu, geçen hafta çıkan bir şarkıyı “baksana bi abi “ diye paylaşan kardeşi, lisenin pilav gününe davetiye gönderen lisenin en ve hala inek kızının toplu mesajından ibaret. Twitter’a baktım, hala ancak ve ancak takipçi olarak kullanmaya devam ediyor. Mesaj kutusu boş, varlığını bildiğinden bile emin değilim. Instagram hesabı zaten yok, ne fotoğraf çekmeyi sever ne çekilmeyi. İçimde bir anne pişmanlığı, acıması, şefkati beliriyor hızla. Benim tatlı sevgilimi bunca zaman sonra kontrol etmeme neden olan şeytanı taşlıyorum ve telefonu kapatıyorum.
Modern zamanda kız/erkek kaldırmanın (evet pis bir tabir ama yerine koyabileceğim daha net bir tabir yok) en kolay olduğu sosyal ağlarda bile bu kadar pasif bir adam için endişelenmek gereksiz. Elbet gereksiz.
Deyip kendi telefonumu geri elime alıyorum. Mesaj gelmiş, özel mesaj kutusunda, “yarın görüşür müyüz” diyor. Yüzüme bir sırıtma yerleşiyor. Bir iki dakika bekliyorum, yanımdaki horultunun tatlı ahengini dinliyorum, sonra…
“Olabilir, aklında ne var?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder