Daha önce erkekler hakkında yazdığım (bkz: ) hasta ve aç erkeğe katlanılmaz serisine ekleyiniz: bir zamandır çişini tuttuğu halde araba kullanan erkek. Aman diyeyim! Ama konumuz bu değil:
Şu sıralar Alex’in basın toplantısı devam etmekte ve ben bir kere daha takımlar üstü oyuncuların varlığını kabul etmiş bulunmaktayım.
Yıllar önce aynı bende aynı hissi yaratan bir Hagi vardı. Kendi takımımda oynasın oynamasın, öyle bir adam bu ülkede top oynuyor diye mutlu olmuştum. Tecrübesinden, tarzından, yeteneğinden öte duruşunda ve sahiplenişinde bir şeyler vardı. Bizim de onu sahiplenmemize neden olan bir şeyler…
Sonra benim için Nouma geldi. Tamam, ben zaten Beşiktaşlıyım ve doğal olarak kendisine zaafım vardı ama kabul edin; onda da bir şeytan tüyü vardı. Hala var. Daha önce yazmıştım ama belki kaçıran vardır diye söyleyeyim, o tombala çektiği maçta stattaydım ve doğal olarak kopan kıyameti ancak eve gidince fark edebildik. O yüzden huyu güzeldi demeyeyim ama onda da o bahsettiğim sahiplenme vardı. Sadece takımını değil, sanki herkesi tutuyor gibiydi. Bir gece yarısı, Taksim’de bir barda pat diye kolunu tutuverdiğimde de aynı şey olmuştu. Önce bir “deli miyim” diye bakmış, sonra gülmeye başlamıştı. (benim sevgi göstermekle ilgili sorunlarım var sanırım…)
Sonra Alex geldi. Aslında bana gelmedi. Ben uzun bir zaman sırf Fenerbahçe’ye antipatim yüzünden onu da diğerleri ile aynı kefeye koydum. Diğerleri derken de bir sevimsizlik yaptım bak farkındaysanız. Neyse, işte zaman içinde baktık ki Alex’te de var o takımını, sahasını, seyircisini sahiplenme, başka takımlara ve taraftarlara saygı gösterme, abuk subuk demeçler vermeme, barda pavyonda sabahlayıp sahada uyumama, o formayı iş icabı değil baya baya isteyerek, severek giyme, var işte.
E ne oldu? Fazla geldi. Gelir. Bize göre değil bunlar. Bize havalı, cakalı, sansasyonel, hakemle dalaşan, takım arkadaşıyla itişen hatta yumruklaşan, magazin haberlerine malzeme olan adamlar lazım. Bütün bunları ise yetenekleri paçalarından aktığı için değil, egoları paçalarından aktığı için yapmaları lazım. Bizim onlara ihtiyacımız var. Çünkü onları daha kolay harcarız. Üç gün el üstünde tutar, dördüncü gün yere çakarız. Ve onlar da bunu iyi bildiği için o üç günlerini olabildiğince saçma bir saltanat havasında geçirirler.
Ama Alex sadece futbolcuların değil, idarecilerin de ne “mal” olduğunu görmemizi sağladı. Mesele hiçbir zaman futbolcu değildi burada; performans da değildi. Hepsinin üzerinde, bir kere daha, erkeklerin her zaman yaptığı üzere fiziksel performanslarından da öte egolarıydı. Bu kez de eline yetkiyi bir şekilde geçirmiş ama bu yetkinin hazımsızlığından kurtulamamış bir ahali insan; kendilerinden çok sevilen ve dolayısıyla kendilerinden çok tutulan bir adama katlanamadılar. Ne oldu? Olan oldu da asıl ben size olacak olanı söyleyeyim: unutacağız. Heykelini değil abidesini de dikseniz, unutacağız. Çünkü biz unuturuz. İyiyle kötüyü aynı hızla unuturuz. Balık hafızamız, bir süre sonra kimin şerefli kimin şerefsiz olacağını ayıramayacak kadar hızlı siler yaşananları.
O yüzden bugün Alex, yarın Ahmet, bundan bir zaman önce İbrahim Üzülmez falan filan. Giden gider, kalan sağlar bizimdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder