Yapmak isteyip bir türlü vakit ayıramamaktan yapamadığım ve hakkında üzüldüğüm şeyler listesi:
- Bir yerlerde rakı-balık, o kadar. Yer, zaman, mekan o bu önemli değil. (Ya şu bir yerlerde kısmının bir de yaz versiyonu var ki yıllardır içimde uhdedir. Hani filmlerde olur ya, böyle salaş, 3-4 masalı, deniz kenarında bir yer olsa. Ayağımı uzattığımda suya değse falan. Var ya herhalde sabaha kadar otururum ben orada. Sabaha karşı hafiften serinleyince hava bir şal atarım omzuma. Baya havalı oldu bak.)
- Tren yolculuğu. Takıldım kaldım buna aylardır. Ezikböcek hala Ankara’da yerleşikken gidebilirim aslında. Hatta bir de yemekli vagon olur. Böyle dışarı baka baka çay çorba içeriz. (rejimdeyim diye midir nedir sürekli bir yeme-içme hayalidir gidiyor) Çocukken o kadar çok binerdik ki. Zonguldak’ta büyüdük tabi; her yere tren var. Sallana sallana giderdik. Kondüktörlerin zımba gibi bir şeyle deldikleri yeşil biletler çıkardı ceplerimden. En son İspanya’da binmiştik ama o sayılmaz.
- Valla evet, biraz halden anlamazlık olacak ama kar göresim var. Kar yağmış bir yere gidesim var. Bembeyaz, dümdüz uçsuz bucaksız gibi görünen karın içine oyunbozan çocuklar gibi dalıp dizlerime kadar batasım var. Ellerim, burnum, yanaklarım kıpkırmızı olup yanana kadar içinde yuvarlanasım var. Tamam, baştan dedim zaten sakın “ay kar” falan demeyin.
- Galata Kulesi’nin dibinde oturup içeceğim. Ama mekanda falan değil; böyle baya kulenin dibinde ki banklarda olmadı yerde oturup sadece kuleye bakarak içeceğim. O yeter bana zaten. Havanın soğuk olduğunu biz de biliyoruz da abartmayın, hem ısınmayacak sanki sonsuza kadar. Sıkı giyiniriz, üşümeyiz ne olacak. Zamanında Bostancı sahilinde yağmurun altında oturmuşluğumuz var ki hala kulaklarım çınlıyor.
- Dans etmek diyeceğim tuhaf kaçacak. Açıklarım sonra.
- Tiyatroya gitmek. Ta geçen seneden beri “ya bari internetten bilet alsak” diyorum kendi kendime ama işte kendi kendime dediğim için öylece kalıyor. Bari birilerine falan söyleyeyim de ben unutursam beni dürtsünler.
- Alışverişe gitmek. Çok komik ya, iş için onca mağaza geziyorum ama kendime bir çul almışlığım yok. Mesleki deformasyon şerefsizim!
- Maça gitmek. En çok bunu özledim galiba. Dün akşam da o kadar geyiğini yapınca fark ettim ki 2 seneye yaklaşmış gitmeyeli. Ulan stadı yıkacaklar nerdeyse! Zaten tutturmuşlar bir “butik stad”. O ne demekse? Stadın butiği mi olur? Hele de Beşiktaş için. O taraftarı nasıl bir “butiğe” koymayı düşünüyorlar acaba? Bak yine sinirlendim.
- Listeler yapmak zorunda kalmamak. Kalmasam, her aklıma geleni yapsam, o anda yapsam, canım istediğinde yapsam. Ya tamam ben de yapamıyorum demedim de sarkıyor. Bir bakmışım ki haftalar ay hatta sene olmuş. Yuh diyorum sonra işte böyle.
- Bir yerlerde rakı-balık, o kadar. Yer, zaman, mekan o bu önemli değil. (Ya şu bir yerlerde kısmının bir de yaz versiyonu var ki yıllardır içimde uhdedir. Hani filmlerde olur ya, böyle salaş, 3-4 masalı, deniz kenarında bir yer olsa. Ayağımı uzattığımda suya değse falan. Var ya herhalde sabaha kadar otururum ben orada. Sabaha karşı hafiften serinleyince hava bir şal atarım omzuma. Baya havalı oldu bak.)
- Tren yolculuğu. Takıldım kaldım buna aylardır. Ezikböcek hala Ankara’da yerleşikken gidebilirim aslında. Hatta bir de yemekli vagon olur. Böyle dışarı baka baka çay çorba içeriz. (rejimdeyim diye midir nedir sürekli bir yeme-içme hayalidir gidiyor) Çocukken o kadar çok binerdik ki. Zonguldak’ta büyüdük tabi; her yere tren var. Sallana sallana giderdik. Kondüktörlerin zımba gibi bir şeyle deldikleri yeşil biletler çıkardı ceplerimden. En son İspanya’da binmiştik ama o sayılmaz.
- Valla evet, biraz halden anlamazlık olacak ama kar göresim var. Kar yağmış bir yere gidesim var. Bembeyaz, dümdüz uçsuz bucaksız gibi görünen karın içine oyunbozan çocuklar gibi dalıp dizlerime kadar batasım var. Ellerim, burnum, yanaklarım kıpkırmızı olup yanana kadar içinde yuvarlanasım var. Tamam, baştan dedim zaten sakın “ay kar” falan demeyin.
- Galata Kulesi’nin dibinde oturup içeceğim. Ama mekanda falan değil; böyle baya kulenin dibinde ki banklarda olmadı yerde oturup sadece kuleye bakarak içeceğim. O yeter bana zaten. Havanın soğuk olduğunu biz de biliyoruz da abartmayın, hem ısınmayacak sanki sonsuza kadar. Sıkı giyiniriz, üşümeyiz ne olacak. Zamanında Bostancı sahilinde yağmurun altında oturmuşluğumuz var ki hala kulaklarım çınlıyor.
- Dans etmek diyeceğim tuhaf kaçacak. Açıklarım sonra.
- Tiyatroya gitmek. Ta geçen seneden beri “ya bari internetten bilet alsak” diyorum kendi kendime ama işte kendi kendime dediğim için öylece kalıyor. Bari birilerine falan söyleyeyim de ben unutursam beni dürtsünler.
- Alışverişe gitmek. Çok komik ya, iş için onca mağaza geziyorum ama kendime bir çul almışlığım yok. Mesleki deformasyon şerefsizim!
- Maça gitmek. En çok bunu özledim galiba. Dün akşam da o kadar geyiğini yapınca fark ettim ki 2 seneye yaklaşmış gitmeyeli. Ulan stadı yıkacaklar nerdeyse! Zaten tutturmuşlar bir “butik stad”. O ne demekse? Stadın butiği mi olur? Hele de Beşiktaş için. O taraftarı nasıl bir “butiğe” koymayı düşünüyorlar acaba? Bak yine sinirlendim.
- Listeler yapmak zorunda kalmamak. Kalmasam, her aklıma geleni yapsam, o anda yapsam, canım istediğinde yapsam. Ya tamam ben de yapamıyorum demedim de sarkıyor. Bir bakmışım ki haftalar ay hatta sene olmuş. Yuh diyorum sonra işte böyle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder