Tam su anda göğsümde oturan taşı anlatmaya yetecek kelimem yok, peki anlatmama gerek var mı? Bilmediğin bır şey değil ki. Sen bu taşlara yabancı degilsin ki. Senin de tasların vardi. Ne yaptın? Ben eskilerin hepsini zaman icinde parçaladım, yok ettim. Un ufak olup dagilip gittiler rüzgarda. Ama sen o taslardan kurtulacağım derken kendin tas olmuşsun, taşlasmissin. Onu ne yapacağız? Nasıl çözeceğiz? -cagiz, -cegiz derken yanlış anlama, biz manasında söylemiyorum. Sadece cümle yapım öyle. Yoksa biliyorum merak etme; "biz" ler değil, "ben" ler var senin için. Ben o tek kişilik hikayenin bır yerlerine sızmaya çalışmayacağım. Bu hayatta mutluluk, huzur, sevgi adına aradığın ne varsa bulmana yardım edebileceğimden emin olsam da sesimi çıkarmayacağım. Kimsenin "nezaketini zorlamak" istemem ne de olsa. Hem ayrıca ben zaten söyleyeceğim her şeyi hatta fazlasını hatta söylememem gerekenleri bile söyledim.
Ah hepsi fasıl yüzünden. İlk hafta ki "şarkı dinleme-ağlama" hareketime karsin son iki haftadir acıklı, yavaş ya da hüzünlü hicbir sarkıyi dinlemiyorum, dinlesem de anlamıyorum o yüzden rahattim ya da ben öyle sanıyorum. Her sekilde de acıklı değil mı? Kendime yalan söylememe, kendimi kandirmama neden oluyorsun.
Bu yazının üstte ki iki paragrafı dün gece yazıldı. Kafa allak bullak ama kesinlikle ayikken. Ve şimdi sabah oldu, yazdıklarıma baktım. Bazen canımı nasıl da güzel acitiyorum. Acitiyorsun demiyorum çünkü o, benim; sen degilsin. Bır hayaletle konuşuyorum, hala bır hayalete açıklamalar yapıyorum ve hala o hayaletle savaşıyorum. "artık tamam" dememize daha var, biliyorum. O bır zaman önce uyandığım sabahın gelmesini bekliyorum. Hani gergedanin beni sonunda terkedip gittiği sabahı. O gergedan olacak var ya iste o, dun gece pat diye geldi, masaya oturdu. "Yer yok" dedim, "seni gormesinler hadi git" dedim, dinletemedim. Baktim kadehimden iciyor, peynirimden yiyor, sarkilara eslik ediyor. Nasil rahat! Gece yarisi ben oradan cikip taksiye kosarken, dayanamayip taksiden erken inip eve yururken surekli pesimden geldi. Hatta bir de ustune benimle eve girip, yine tam ustume oturdu butun gece. Nasıl yüzsüz! Sabah kalkmış gitmis göğsümden ama şerefsiz çökertmiş oturduğu yeri. Şimdi o çöküntüyle beraber kahvaltı hazırlamalar, çay içmeler, gazete okumalar. Normalmiş gibi yapmalar falan ama....
Ben istemedim. İstemedim! Vallahi de billahi de böyle olsun istemedim. Ben sana öyle olmak istemedim. Böyle hissetmek hissetmedim. Ben yeniden farkliymis gibi görünen aynı insanlar için aynı sızıları çekeyim istemedim. Ben gelmeyecek insanları beklemeye meraklı değildim. Beklemeyi ben istemedim. Senin dediğin gibi olsaydı, lazım gelenleri yapmak için hissettiklerimizi durdurabilseydik, önce ben yapardım! Önce ben durdururdum kendimi. Önce ben bırakırdim olmayacak dualara âmin demeyi. İrade değil bu. Bu sadece saçmalık. Yağmuru ya da rüzgarı durdurmaya çalışmaktan farkı yok hissetmemeye çalısmanın. Kudretine inancına hayranım. Ben o kudrete sahip değilim, o yüzden hala içindeyim. Ama sanırım zaten hep sadece ve sadece ben içindeydim, seni burada sanmak benim kafamın guzelligindendi. Kafam güzeldi be benim seninleyken. Ben o yüzden seni yanlış anladım. Şimdi ayilinca, ayik kafayla bakıyorum da evet ya, sen zaten istemiyordun ki. Haklısın. Kendi yarattığım dunyanın acısı bu o yüzden. Ama valla ben bunu istemedim. Ben sadece seni istedim. O kadar. Bu hale gelecegini, gelecegimi göremedim. O kadar değil gibi duruyordu, bilemedim. Kendimi hafife almisim, agzimin payini verdim. Galiba çok biriktirmisim ama biriktirdiklerime yetecek yer ayırmayı unutmusum. Sığmadılar.Senden önce ve senden fazla ben sıkıldım bunlardan. Bu sekilde hissetmekten. Bunları yazmaktan. Konuşmuyorum ve konuşmayacağım da. Bır de yazmasam deliririm ya da icimde tuttuklarım yüzünden patlarım diye korkuyorum. O kadar.
Çatlağım dedim ya hep, bu sayede ayakta kalıyorum. Kırılıp parçalanırsam; kalamam. O yüzden bır sabah böyle uyanıyorum, bır sabah başka. Ta ki gergedanin hayatımdan çıkıp gideceği o sabaha kadar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder