Annem benim yalnız öleceğime kanaat getirmiş durumda. Zira (kanaat ve ziradan sonra bir Kutadgu Bilig esprisi yapacaktım ama yapamayacağım, yasak!) bana emekli olmadan iki tane ev almamı tavsiye etti. Böylece birinde otururken; diğerinin kirası bana harçlık olurmuş. “Kardeşim?” dedim, “o nasıl olsa iki maaş” dedi. Pardon dedim tabi ben de doğal olarak. Yani bu kadar mı eminsin be kadın benim tek başıma kalacağımdan! Emin tabi. İşin kötüsü ben de eminim. Benim canım patatesim boşa konuşmuyor. Hatırlarsanız daha önce de bana “ benim kızım olmasan seni oğluma almazdım” tarzında, “seni alacağıma çocuğumu hiç evermem daha iyi” tadında bir şeyler söylemişti sağ olsun. Alma anneciğim zaten alan da yok. Elini süren “yandım anam” diye kaçıyor. Vallahi kurşun döktürmeye gideceğim. Az kaldı. Bir değil, iki değil, bu ne ya!
Çarpıyor muyum acaba adamları? Yani aşırı mı elektrik neyin veriyorum? Hiç vermemekten daha kötü galiba bu. E ne demişler; her şeyin fazlası zarar. Bünyeleri kaldırmıyor tabi. Bir arkadaşım bana şey demişti: ben, bu adamlara bir şekilde sorumluluk yüklüyormuşum. Kendimle ilgili yani. Hayır, sorumluluğumu birilerinin alması gibi bir kaygım olsa, içim yanmayacak. Kendi başımın çaresine bakıyorum, bakmıyor muyum? Tamam, onun kast ettiği de o değildi. Benim yüklediğim sanırım daha manevi bir şeyler. Şu “iyi insan kompleksi” nden kaynaklı olabilir. Ki değilim, demiştim. “Meryem ana kompleksi” nden kaynaklanabilir, ama o bir kompleks değil. O tamamen şans meselesi. Ciddiyim! Zaten “patates kızartması” (birilerine koyduğum en kötü isim olabilir) ile olanlardan sonra tersi beklenemezdi. Allahım ne saçmalıktı o! Bir terasta, yok bir asansörde başlayıp; nefes alamadığım için bir otel odasının camından sarkmamla biten bir saçmalık. Çok uzun bir hikâye, şimdi anlatmayayım bence. Ama bilin ki sonu hiç iyi bitmiyor. Normal olarak… Yoksa yazmaya değer bir şey olmazdı. Yok yeni değil, eski zaten, nereden baksanız bir yılı geçti. Söyleyemediklerim yüzünden şişerek aylarca bekleyip, sonunda bir mail yazmıştım “patates kızartması” na, hem de tam Çin’e uçtuğum akşam. Otele gidene kadar da ne cevap verecek diye mide spazmı geçirmiştim. Aslında cevap vereceğinden bile emin değildim çünkü biz pek birbirimizin yüzüne bakmıyorduk o sıralar. Aynı odada oturduğumuz halde hem de… Amma velakin sandığımdan hisli adammış; bana kendince ve neredeyse mahsun bir cevap vermişti. Şaşırmıştım. Bir şeyler hissedecek halim kalmayalı çok olduğundan sadece yazdıklarını okuyup, silmiş, bir “huh” çekmiş ve işime dönmüştüm. (Dur bi dakika tam olarak öyle değil. Gelen maili önce oda arkadaşım olacak Rapunzel’e okutup sonra ben okumuştum. Eğer saçmalamışsa okuyup sinirimi bozmak istemiyordum çünkü)
Bak bu sefer “beklemeyeyim, ne de olsa o kadar vaktim yok, yazayım her şeyi yerindeyken” diye düşündüm de ne oldu; ağzımın payını aldım. Canım benim… Neymiş; susacakmışız. Aşkımızdan ölsek de, gebersek te, böyle ağzımız burnumuz yamulsa da; susacakmışız. Çünkü bazen susmak daha faydalıymış. Kendimiz için. Daha zararsız. Zarar, sadece bizden geldiğinde daha zararsız. Yoksa tüm o canımlar, cicimler, sen şöylesinler, ben böyleyimler, layık değilizler, ayrı yörüngelerdeyizler, ıvırlar zıvırlar, sevgili Ajda ablamızın da dediği gibi “palavra”. Öyle olsa, iş oraya kadar gelmezdi. Korkağız hepimiz vesselam.
Yani benim annem, güzel annem; ben korkmadım. Korkacak bir şey yok, senin beni yıllarca uyardığın o şeylere rağmen yok. Sen haklıydın; ben hala o burnunun dikine giden çocuğum. Ama söz konusu burun, benim ki gibi bir burun olunca bu felaketler de kaçınılmaz oluyor.
susmaktan öteye herşeyi dan dan söylemek en iyisi. Cevap olarak belki galiba yerine evet ya da hayır alırsınız. Bu bazı şeylerde ilerlemeniz adına size cok yardımcı olur. Hayat zaten daima ilerleyen bir şey durunca bir anlamı kalmıyor geri kalıyorsunuz bir çok şeyden.
YanıtlaSilİşte ben de aynen öyle yaptım zaten. Cevabım da hayır oldu ama olsun, ne yapalım. Önümüzde ki maçlara bakıcaz artık :))
Sil