Metrobüsün Burhaniye durağında, yol kenarında yoncalar var. Söyleyeyim; dört yapraklı yonca diye bir şey yok. Olsaydı ben bulurdum. Büyüdüğüm yerde bolca vardı ve ben trilyonlarcasını kontrol ettim. Yok.
Anadolu yakasında oturup, Avrupa yakasında çalışmanın en kötü tarafı ne biliyor musunuz: servisi kaçırmak. Aslında sabah, servisi kaçırmak. O yol nasıl büyüyor var ya! Üstelik de karşıda derken baya karşıda çalışıyorsanız. Neredeyse metrobüsün duraklarını bitireceğiz anasını satayım! Neyse işte, ben de bu sabah kaçırdım. Çalar saat görevini göre telefonum hangi akla hizmetse kendini çalar saat olarak imha edip; telefon olarak devam etme kararı vermiş bu sabah. Bana sordun mu? Hayır sorsan, telefon olara imha et kendini de çalar saat kalsın diyeceğimi biliyor tabi kerata, sormuyor. Neyse, ben kendisi ile ayrıca ilgileneceğim. (kendime not: ne olur ne olmaz bir çalar saat al. iki yıldır çekmecede duran kol saatine de artık bi pil taktır, yuh!) İşte gözümü bir açtım ki aslında açmam da benim apartamanın bahçesinden gelen şangırtılar sayesinde oldu, neyse, baktım ki saat benim servise binme saatimi 12 dakika geçiyor. Eskisi kadar panik bir insan olmadığım ve artık bazı şeyleri kabullenmek konusunda kendimi baya geliştirdiğim için hiç telaş yapmadan kalktım yataktan. Elimi yüzümü yıkadım, tuvalete gittim, dişlerimi fırçaladım, giyindim (kendime not2: kot pantolonu geceden kaloriferin üzerine koy, sabahları o kot, buzzz gibi olduğu için bacaklarım donuyor) sadece kulaklarımı örten bir yün bant denedim, beğenmedim çıkardım, bereden son anda vazgeçtim, aklıma atkı takmak geldi atkımı aldım, eldiven takmak istedim, tekini bulamadım (kendime not3: eldiven al! ama bu sefer takabilecği bir şey olsun diye illa gidip düz siyah eldiven alma, bulursan şöyle güzel bir yeşil al mesela), bıraktım. Derken normalde 15 dakikada çıktığım evden yarım saatte çıkarak kendimi rekorumu kırdım. Aman bir ahestelik, bir ahestelik. Metrobüs durağına geldiğimde gördüm ki, orada ki 800 insan içinde tek aheste benim. Ben de ne yaptım, şöyle kenara, arkaya doğru geçip poğaçamı yiyip ayranımı içerek, kalabalığın en azından içine girebileceğimkadar azalacağı bir anı bekledim. Oh bana afiyet olsun, onlar telaş telaşe yedinci metrobüsü de işgal ederken ben de sekizincisine sızdım. Zaten Zincirlikuyu'ya binmişim Edirnekapı diye, ama bak ona bile hayıflanmadım. Ulan sanırsın geceden bana pasiflora verdiler. (bi dakika, ocakta patates var, bakıp geliyorum). Ama siz de çok iyi bilirsiniz ki, zaten Tanrı telaş yapanlara değil miskinlere yardım eder; ben de bunu test etmiş oldum çünkü o arada tam önümde bir koltuk boşaldı. Ve etrafında ki çembere rağmen kimse oturmadı. Her ne kadar ben ellerimi bırakınca ipin üzerinde kalmışım gibi dengemi koruyamasam da; son anda can havliyle elimi attığım tepemde ki askı sayesinde ayakta kaldım. Hemen ardından da oturup yol boyu ayakta kalmaktan kurtuldum. Metrobüsümüzü takdir ettim. Bunca insanın kahrını aldrımaksızın çekmek de zor iş yahu. Sonuçta metrobüs canlısı diye bir tür var değil mi? Bunu benden çok daha fazla ve çok daha sık seyahat eden arkadaşlarım (selamlar) daha iyi bilirler: homulus metrobusus. Her şekilde dengede ve ayakta kalmak, mümkün mertebe dar alanda mümkün mertebe fazla hareket edebilmekgibi yeteneklerin dışında; telefon konuşmalarında özel hayatını ifşa etmek, kalabalık içinde olduğunu unutup yalnızken yapabileceğin şeyleri yapmak (bkz: geğirmek, ağzını kapamadan esnemek, hapşırmak vb) gibi bir türlü gelişmeyen tarafları da var. Bir de fark ettim ki; her an kavga edebilir gibi duruyor. Oturamadığı için, yer bulamadığı için, biri onu dirseklediği için, birini dirseklediği halde, kapıya sıkıştığı için, yetişemediği ve önünde ki ondan iki adım daha yavaş yürüdüğü için vb nedenlerle gayet tartışabilir, kavga edebilir hatta sabahın o saati demeden hönkürebilirler. (aha, televizyonda Billy Elliot var, şaka gibi) Dedim ya ben pek tecrübeli değilim, sadece ara sıra (Allaha şükür, servise ihtiyacım var, gerçekten. Yani o sayede ya uyuyor ya da kitap okuyorum, daha ne olsun) katılan bir gözlemciyim.
Metrobüsle işim bittikten sonra, indiğim duraktan bir taksiye bindim ama nedense bu sefer de oraların en telaşlı taksicisine denk geldiğim için o yoldakileri makaslarken ben de içeride savrularak nihayet yolculuğumuzu tamamladık.
Sonuç olarak yazının başında bahsettiğim yoncalar, televizyonda ki film, geçen günkü muhabbete dayanarak İrlandalı erkekleri seviyoruz. Bu, başka bir yazının konusu olabilecek, dün geceki başka bir muhabbete konu olan bir pişmanlığın da dışavurumudur. Ama evet haklısınız, konumuzla ilgisi yoktur.
Sonuç olarak, metrobüs gerekli bir şey, iyi bir şey, suistimal etmeyelim, sömürmeyelim, gözümüz gibi bakalım ama ben mümkünse takdir etmek zorunda kalmayayım.
Anadolu yakasında oturup Avrupa yakasında çalışmanın iyi tarafı ne biliyor musunuz: haftada 2 kitap bitirebilmek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder