9 Nisan 2012 Pazartesi

ÇADIR TİYATROSU



“Aşk bir sızma halidir...”


Gecenin üçünde gök gürültüsüyle uyandım. Beni uykumdan uyandıracak kadar gürledi gök, düşünün yani. Uyanır uyanmaz ilk yaptığım elimi atıp telefonu bulmak oldu. Önce saat kaç diye baktım, sonra da mesaj var mı diye. Yattığım yerde birkaç dakika gözlerim açık durdum ve ne kadar salak olduğumu düşündüm. Bininci kere… O gürültünün ardından inanılmaz bir yağmur başladı. Nasıl gürültüyle yağıyor; sanki 24 saat önce günlük güneşlik olan bu memleket değil. Sonra uyumuşum.

Ofiste sıradan bir Pazartesi sabahı. Henüz raporu hazır olmayan bir toplantı, geleceği belirsiz bazı durumlar, sıkışmış işler, hafta sonundan beri sizden haber bekleyen insanlar… Sonra nereden geldiğini bilmediğim bir esinti gibi geldi, hani dışarda ki rüzgar aniden bir pencereyi açıp içeri giriverir, buz gibi çarpar, sıçrarsın yerinden; aynen öyle işte. Meral Okay ölmüş.
Hakkında konuşmayı ve dahi yazmayı istemediğim şeyler çarptı yüzüme o rüzgarla önce. Sonra da hakkında konuşmayı ve yazmayı bıraktığım şeyler. Kaç kere dedim hatırlar mısın(ız); ömrümüz o kadar uzun değil. Buyrun, değil işte! Sakal mı bırakayım dinleyin diye.

“Bu ateşle yanma hali o kadar derinden, için için yanıyor ki, dönüp bir başka ölümlüyü yakmaya içi elvermiyor insanın...”

Aşk hakkında atıp tutmak, unutamamaktan dem vurup her gel diyenin koynuna girmek, sabretmenin ne olduğunu bilmeden yorulmak, bizim yaptığımız bu sadece. Çok uzun bir zamanı korkarak, kalanını korkmamaya çalışarak geçirdim. Ne zaman ki cesaretimi topladım, korktuğum başıma geldi, korkakların önüne düştüm. Tek başına cesaret, sadece delilik. Adım atacak cesaretinizin olması, adım atacak yeriniz yoksa neye yarar? Kıyıdan aşağı yuvarlanmaktan başka neye yarar? Aşağıdan sesleniyorum; burada bir şey yok. Su hiç güzel değil, gelmeyin.

“Böyle bir şölen gibi, bir lunapark gibi sevdalık yaşayınca bu görkemi taşımayan her şey bir çadır tiyatrosu gibi geliyor insana...”

Sanırım benim hayatımın bu tarafı hep bir çadır tiyatrosu gibiydi. Ben her seferinde etrafını ışıklarla, kedi merdivenleri ve balonlarla süsleyip; görüntüyü kurtarmaya çalışıyordum ama işte, aslında yaptığım sadece yıkık bir binayı boyayarak tamir etmeye çalışmaktı. Göz boyamaktan öte değildi. Her sürme kalıcı değildir, bazısı akıverir bir hamlede. Hem belli oluyor bir kere. Ya boyayı taşırıyorum, ya rengi tutturamıyorum ya da elim titriyor doğru dürüst çizemiyorum. Ama bizim hayatlarımız bir çadır tiyatrosundan fazlasını hak ediyor. Ediyor değil mi? En azından sahici bir performansı hak ediyor. Makyajı abartılmamış, oyunculuğu sade ama inandırıcı, dekorları dökülmeyen, ağdasız, sakin ama vurucu bir metinle, sahici bir performansı hak ediyor. Az kişi izlesin ama izleyen bir daha izlemek istesin. Unutamasın, hep aklının bir köşesinde kalsın. Biz selam verirken gönülden alkışlasın, arkamızdan kulis yapmasın.

“En zoru bir ölüye aşık kalmak”

Kıyas kabul etmez ki haşa ben de kıyaslamam dahi ama kafada (güya) öldürdüklerimize aşık kalmayalım diye dedim. Hani devam ederiz, etmemiz lazım bir şekilde. Etmezsek kaldığı yerde kalır evet ama o zaman biz de olduğumuz yerde kalıyoruz. Mıhlanmış gibi. Yazık değil mi? O kadar güçlü ve tutunulacak kadar kıymetli olsa zaten, olurdu. Doğaüstü sebepler haricinde biz kendi yarattığımız sebeplerden ötürü ayrı düşmüşsek; çay molası verip yola düşmeli.

Şu aralarda okuduğunuz cümlelerin hepsi şu metinden gelmektedir:
http://www.dipnot.tv/27511/iste-Meral-Okayin-esini-anlattigi-yazisi.aspx


Bundan birkaç gün önce tesadüfen bir paragrafını okuduğum, #obsesifmakinist’le “vay anam” dediğimiz, insanı aşka da, aşkın kıymetine de inandıran yazıdan… O yazının bundan birkaç gün sonra böyle bir bahaneyle yeniden karşıma çıkmasına da eskilerin tabiriyle “hayatın cilvesi” diyoruz. Hayat diyorum… Okay’ların çocuklarına adını koymak isterken olamadığı için koyamadığı ama Meral Okay’ın Asmalı Konak’ta Seymen ve Bahar’ın çocuğu olarak yazdığı Hayat. İçinde durduğunuz kısacık, minicik, içi dolu turşucuk Hayat! Ayağınızı denk alın, çadırın ipleri sağlam değil.



7 yorum:

  1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. İçim acıdı çok üzüldüm ama eminim Yaman'la beraber orada mutlu olacak.

    Garip bir ruh halindeyim. İstanbul desen o da ağlak zaten.

    Ne bileyim..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. al benden de o kadar. ruh hali karışık bir hal...

      Sil
  3. sevdiğinle buluşuyorsan hangi dünyada oldugun önemli degil dimi..

    YanıtlaSil
  4. Ölüm bir kavuşmamıdır gerçekten hep onu düşünürüm. Herşeyim yok olmuşken enyi bulacaksın yanıma geldiğinde. Ruhumuz mu kavuşacak, benim yalancı dolancı ve mıhtemelen en ağır cezalarda olan ruhumla seninki mi çok zor diyorum

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. hayır, ölüm öyle bir kavuşma değildir. ancak ölünce kavuşacak insanlar için kavuşmadan sayılabilir. hala hayatta olan insanlar eğer bu dünyada bir araya gelemiyorlarsa, orada gelmelerinin ne anlamı var? hala yaşarken bir araya gelmeye çalışmak dururken niye ölümden medet umalım ki?

      Sil